Sınıftan uzaklaşmadan…

Dün TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın gazetecilerle bir araya geldiği kahvaltıdaydım. Partisinin seçim stratejisiyle ilgili açıklamalar yapan Okuyan meslektaşların sorduğu soruları da yanıtladı. Buluşmanın kendi adıma son derece yararlı olduğunu söylemeliyim öncelikle. Genel Sekreter’in neler anlattığını, sorulara hangi yanıtları verdiğini haberlerden öğrenebilirsiniz kuşkusuz.

Benim özellikle dikkatimi çeken Okuyan’ın TKP’nin yaptığı onca işe rağmen, – bunların arasında dünyanın önde gelen komünist partilerini İstanbul’da ağırladığı büyük organizasyon da var- medyada neden görmezden gelindiklerine ilişkin yakınmasıydı. Okuyan değil (bunu dert ettiğini sanmam) ama bazı meslektaşlar partinin hak ettiği oy oranına ulaşamadığını da vurguladılar. Bunun Türkiye’ye özgü nedenleri de var ama emek hareketinin, ona bağlı olarak da sosyalist hareketlerin dünya çapında ciddi bir gerileme içinde olması bunda etkili kuşkusuz.

Sol merkeze kayarsa

Okuyan’ın medyada neden yeterince yer almadıklarından yakınması sosyalist solun aslında uzun zamandır dünya genelinde hem medyada hem de kimi toplum kesimlerinde neden görülmez olduğunu düşündürttü bana. Çünkü yeni değil, uzun zamandır hem de, başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde, sosyalist solun geleneksel partileri ölümcül bir düşüş içindeler. Bunun birçok nedeni var, ama en belirgin olanı sosyalist solun – ya da böyle olduğunu iddia eden yapıların- ekonomik konularda gittikçe merkeze kaymasıdır. Bu uzun vadede solun kendine özgü tarihsel profilini sulandırmak gibi müthiş bir zarara yol açtı. Hem sosyalist hem de sosyal demokrat partileri, neoliberal reformların ya da örneğin 2008’deki küresel mali krizin yarattığı hoşnutsuzluktan yararlanamaz hale getirdi ayrıca. Bunun en acı sonucu da sağın yükselmesi oldu maalesef.

Bırakın komünist partileri, kapitalizmi ılımlılaştırmayı çizgi olarak benimsemiş düzen savunucusu sosyal demokrat partiler bile taban kaybetti. Örneğin Almanya’da 2018’de yapılan parlamento seçimlerinde bir zamanların o çok güçlü Almanya Sosyal Demokrat Partisi, Weimar Cumhuriyeti’nin bitişinden bu yana en düşük oyu almıştı. Sosyal demokrasinin kalesi sayılan İskandinavya’da sol partilerin sesi soluğu çıkmıyor. Sosyalizm sonrası Macaristan’ın en güçlü partisi olan Sosyalist Parti yine 2018’de yapılan seçimlerde oyların sadece yüzde 12’sini almıştı. Çek Cumhuriyeti’nde de durum aynıydı. Polonya’da Demokratik Sol İttifak parlamento dışı kaldı. Özellikle Batı Avrupa’da sol partilerin destek yitirmesinin nedeni sınıflar ile “değer yapıları”nın değişmesiydi. İşçi sınıfı da sendikalar da zayıfladı. “Çevrecilik”, “kozmopolitlik”, “cinsiyet eşitliği” gibi postmateryalist değerler öne çıktı (bunu olumsuz bulduğum yok elbette).

Özetle tüm bunların nedeni solun ekonomik konularda merkeze kayması, özellikle özelleştirme gibi “neoliberal” reformları kabul etmesidir. Avrupa solu kapitalizme odaklanmayı tamamen bırakarak dikkatini postmodernizm, çokkültürlülük, feminizm, postkolonyalizm gibi doğası gereği ekonomik olmaktan çok kültürel olan entelektüel akımlara çevirdi. Tüm bunları çok daha iyi savunan modernist partiler karşısında elbette yenik düştü.

Sağın yükselmesi

Bakın; solun ana eksenini ekonomik meselelerden sosyal meselelere kaydırması popülist sağa geleneksel soldan çok daha fazla fayda sağlar. Solun görünmez oluşunun bir nedeni budur. Sağcı partiler, ekonomik zorluk dönemlerinde, halkın dikkatini sosyal meselelere, kimliklere yönlendirdiler. Toplumda eşitsizlik arttıkça sağ partiler giderek “seçmenlerin dikkatini çıkarlardan değerlere çekme” arayışına girdiler. Göçmenlik, yasa, toplum düzeni gibi değerlere yani. Bunda da başarılı oldular. Ülkemizden buna örnek olarak göçmen düşmanı Zafer Partisi’ni gösterebilirim.

Şu çok önemlidir; popülist sağ seçmenler sosyal konularda, değerler siyasetinde birleşseler de ekonomik konularda kesin olarak bölünüyorlar. Ülkemizde de böyle. Bu nedenle komünistler toplumsal sorunların, kimliklerin önemini azaltarak sınıf kimliklerini öne alan bir politikaya dönmelidir yeniden. Tarihsel olarak, piyasa sonuçlarından memnuniyetsizliklerde sol ciddi bir yükseliş yaşamakta çünkü.

Mücadelenin yolu belli

Şimdi Okuyan’ın yakınmasına yol açan TKP’nin (başka komünist ya da sosyalist partilerin de) medyada yer almayışının nedenlerine bakabiliriz. TKP, postmodernizm, çokkültürlülük, feminizm, postkolonyalizm gibi (bunlara odaklanmak yanlış değil, ana politika yapmak yanlış) ekonomik olmaktan çok kültürel olan entelektüel akımları politikası haline getirse, ana eksenini ekonomik meselelerden sosyal meselelere kaydırsa, “sol” bir parti olarak medyada yer bulabilir. Demokrasimizin(!) “sol”unu da oluşturmuş olabilir böylece.

TKP (diğer komünist ya da sosyalist yapılar da) elbette bunu yapmıyor. Yapmayacak da. Yapmamalı da. Gerçi yukarıdaki kavramlarla politika yapanlara da pek iyi gözle bakmayan bir iktidar var ülkede, ama yine de komünistlerden daha tehlikeli görmüyor onları.

Elbette sosyalist demokrasiye giden yan yollar olarak postmodernizm, çokkültürlülük, feminizm, postkolonyalizm, cinsiyet eşitliği gibi konulara da sahip çıkarak sınıf siyaseti yükseltilmelidir.

Sınıf mücadelesinin önünü kapayan ne varsa geride bırakılarak yapılmalıdır bu. O zaman görmezden gelmeye kimse cesaret edemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir