Önce telefon çaldı, sonra buldozer geldi, yarım saatte her şey oldu bitti… Filistinli köylülere ‘atış alanı’ tehciri

Batı Şeria’nın El Merkiz köyünde yaşayan Neccar ailesinin 11 Mayıs sabahı telefonu çaldı. Arayan bir komşularıydı ve daha telefonu açmadan neden aradığını tahmin edebiliyorlardı.

“Buldozer geliyor” dedi karşıdaki ses. Beş ay içinde ikinci kez, İsrail ordusu evlerini yıkmaya geliyordu.

Ancak bu kez evlerinin bir daha geri dönmemek üzere gideceğinden korkuyorlardı. Üstelik bu korkularında haksız da değildiler. Zira onyıllar süren yıkımlardan, inşaatlardan ve 20 yılı aşkın süredir devam eden bir dava sürecinin ardından, İsrail’in en yüksek mahkemesi 5 Mayıs günü son kararını verdi. Mahkeme, 1000’den fazla Filistinlinin yaşadıkları yerlerden kalıcı olarak tehcir edilmesinin yolunu açtı.

Boşaltılmasına karar verilen konutlar yıkıldıktan sonra arazide İsrail Savunma Kuvvetleri’ne ait bir atış alanı inşa edilecek.

Neccar ailesinin yaşadığı ev, mahkemenin kararının üzerinden daha 1 hafta bile geçmeden yıkıldı. Filistinlilerin haklarını savunan aktivistler ise bunun sadece bir başlangıç olduğunu ve işgal altındaki Batı Şeria’da 1960’lardan bu yana yaşanmış en büyük Filistinli ihracının kapıda olduğunu belirtiyor. Hatırlanabileceği gibi 1967 Savaşı’nın ardından İsrail’in ele geçirdiği topraklarda yaşayan yüz binlerce Filistinli ya kaçmak zorunda kalmış ya da zorla yerlerinden edilmişti.

Filistinliler, planları yaklaşık 40 yıl önce yapılan atış alanının amacının, bölgede yaşayanların arazi üzerinde hak iddia etmesini önlemek olduğunu savunuyor. Filistinlilerin avukatları bu argümanı destekleyecek çok sayıda tarihi belgeyi de mahkemeye sundu ancak kararın değişmesinde etkili olamadı.

GÖZ AÇIP KAPAYANA KADAR…

Yusara el Neccar, Necef Çölü’nde evinin bulunduğu yamaçta elle oyulmuş bir mağara doğmuş. Washington Post’a yaptığı açıklamada, “Malımızı mülkümüzü evden çıkarabilmek için yarım saatimiz vardı” diye konuşuyor. Neccar, evinden geriye kalan moloz ve eğri büğrü demir yığınına bakıp ellerini silkelermiş gibi yaparak, “Her şey göz açıp kapayana kadar oldu bitti, bir kez daha evsiz kaldık” diyor.

İsrail Savunma Kuvvetleri ise yazılı bir açıklama yaparak, yıkımların yüksek mahkemenin yıllar süren değerlendirmesi ve oybirliğiyle aldığı ordu lehine kararın neticesinde hayata geçirildiğini bildirdi.

Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Yüksek Mahkeme, İsrail Devleti’nin görüşünü tamamen benimsemiş ve davalı tarafın bölgenin kalıcı sakinleri olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca davacıların kendilerine sunulan her türlü uzlaşı girişimini reddettiğini de vurgulamıştır.”

13 Mayıs günü Filistinli, İsrailli ve uluslararası aktivistler köylülere destek olmak için Mesafir Yatta’da bir protesto düzenledi. İsrailli siyasetçi Ofer Cassif’in de katıldığı protestoya İsrail polisi ve askerleri müdahale etti. Cassif’le bir polis memuru arasında gerginlik yaşandı.

13 Mayıs günü Filistinli, İsrailli ve uluslararası aktivistler köylülere destek olmak için Mesafir Yatta’da bir protesto düzenledi. İsrailli siyasetçi Ofer Cassif’in de katıldığı protestoya İsrail polisi ve askerleri müdahale etti. Cassif’le bir polis memuru arasında gerginlik yaşandı.

1980’LERDE BAŞLADI

Davaya konu olan topraklar El Halil’in hemen güneyinde bulunuyor. Arapça adı “Mesafir Yatta” olan bölge “Güney Hebron Tepeleri” olarak da anılıyor (Hebron, El Halil’in batı dillerindeki adı.)

Bölgeyle ilgili tartışma 1980’li yıllarda, İsrail devletinin Batı Şeria’nın belli bölümlerini askeri eğitim alanı ilan etmesiyle başladı. Mesafir Yatta topraklarının da “918 Numaralı Atış Alanı”na dönüştürülmesine karar verildi.

Times of Israel gazetesinin aktardığına göre, İsrail ordusunun savunmasında, “Bu atış alanının İsrrail Savunma Kuvvetleri için hayati önemi, bölgenin benzersiz topoğrafik karakterinden kaynaklanmaktadır. Bu topoğrafya hem küçük hem de geniş çaplı çerçeveye özgün eğitim metotlarının uygulanmasına izin vermektedir. Bir manga da bir tabur da burada eğitim yapabilmektedir” ifadeleri kullanıldı.

Ancak hem Filistinli hem de İsrailli insan hakları aktivistleri, bu atış alanının açılmasının asıl sebebinin bölgeyi Araplardan arındırmak ve İsrail’in işgal ettiği bir bölgede daha kontrolünü yoğunlaştırmak olduğunu ifade ediyor. Bu tür hamleleri çoğu zaman, uluslararası kamuoyunun geneli tarafından yasa dışı kabul edilen Yahudi yerleşimlerinin sayısının artırılması izliyor.

1981 yılında gerçekleştirilen bir toplantının tutanakları, burada da benzer bir durum olduğuna işaret ediyor. Kısaca Akevot olarak bilinen İsrail-Filistin Çatışması Araştırmaları Enstitüsü uzmanlarının arşivlerden çıkardığı bu belgeyi Haaretz gazetesi yayımladı. Belgeye göre, dönemin Tarım Bakanı olan Ariel Şaron, “tepelerdeki Arap köylülerin yayılmasını” yavaşlatmanın önemli olduğunu belirterek, “Hayati önemdeki bu bölgeleri elimizde tutabilmek için oradaki atış alanlarını genişletip sayılarını artırmak çıkarımıza olur” diyordu. Söz konusu belge, hukuki delil olarak mahkeme dosyalarına dahil edildi.

Ariel Şaron bu toplantıdan kısa süre sonra Savunma Bakanı oldu. 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut’ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil yüzlerce Müslümanı katlettiği katliamı durdurmak için hiçbir şey yapmadığı gerekçesiyle tarih kitaplarında “Beyrut Kasabı” diye anılan Şaron, 2001-2006 yılları arasında başbakanlık da yaptı.

 

TAPUSUZ İSPAT ŞANSLARI YOK AMA TAPU BAŞVURULARI DA REDDEDİLİYOR

918 Numaralı Bölge’ye tekabül eden 8-12 mezradan oluşan Mesafir Yatta’nın sakinlerinin çoğu geçimlerini küçükbaş hayvancılıkla sağlıyor ve hayatlarını Filistinli ve uluslararası yardım kuruluşlarının temin ettiği çadırlarda ve bölgedeki mağaralarda geçiriyor. Bölgenin elektriği de yine yardım kuruluşlarının sağladığı güneş panellerinden elde ediliyor.

İsrailli yetkililer, bu köylülerin bölgedeki toprakların sahibi olduğuna dair tapularının bulunmadığını öne sürüyor. Ancak burada bir hukuki kısır döngü var. Mesafir Yattalılar ve avukatları geçmişte birçok kez buralara konut inşa etmek ve elektrik hattı çekmek için isin başvurusunda bulundu. Askeri yetkililer hiç kimsenin atış alanı içinde yaşamasına izin verilemeyeceğini belirterek, başvuruları reddetti. Bölgeye düzenli olarak gönderilen yıkım ekipleri, “yasa dışı” yapıları yerle bir etti.

İsrail ordusu ilk tahliye kararlarını 1999 yılında aldı. Ancak hukuki süreçlerin devam etmesi nedeniyle aileler bugüne kadar yerlerinde kalmaya devam etti. Filistinlilerin haklarını savunan aktivistler, bu süreçte sık sık yaşanmakta olan yıkımların, aileleri bölgeden kaçırmayı amaçlayan bir stratejik taciz anlamına geldiğini belirtiyor.

Konuyu gündeme taşıyan İsrail merkezli insan hakları örgütü B’Tselem adına bir açıklama yapan Dror Sadt, “Yetkililerin imaj kaygıları nedeniyle, insanların kamyonlara bindirilip taşındıklarını göreceğimizi sanmıyorum” diyor ve ekliyor: “Onun yerine insanların evlerinin tekrar tekrar yıkıldığını göreceğiz. Bunun sonucunda bölgeden ayrılmak zorunda kalacaklar çünkü Mesafir Yatta yaşanabilir bir yer olmaktan çıkacak.”

“YAHUDİLERİN DİNİ BAYRAMLARINDA DÖNSÜNLER”

Mahkeme geçtiğimiz yıllarda taraflara çeşitli uzlaşı önerileri sundu. Yerlerinden edilmiş Filistinlilerin, başta Yahudilerin dini bayramları olmak üzere tatbikat yapılmayan günlerde topraklarına dönmelerine izin verilmesi gibi pek de anlamlı olmayan şartlar içeren bu öneriler, köylüler tarafından reddedildi.

Nihayet 5 Mayıs günü Yüksek Mahkeme oybirliğiyle aldığı kararla İsrail ordusunun haklılığına, Filistinli ailelerin bu topraklar üzerindeki hukuki iddialarını veya burası atış alanı ilan edilmeden önce de bu topraklarda yaşadıklarını kanıtlamayı başaramadığına hükmetti.

Mesafir Yatta Köy Meclisi Başkanı Nidal Yunus, yakınlardaki bir yerleşimde yaşayan Yahudilerin mahkemenin tahliye kararından muaf olduğuna dikkat çekerek, “Yasalar Yahudiler için çalışıyor ama iş bize gelince yasa diye bir şey yok” diye konuşuyor.

 

İsrail’in bir yandan Filistinlileri yerlerinden ederken bir yandan da Yahudi yerleşimciler için yeni konutlar inşa etmesi sadece Batı Şeria’da değil, Doğu Kudüs’te de yaşanıyor. Hatırlanabileceği üzere geçtiğimiz yıl Mayıs ayında da başta Şeyh Cerrah olmak üzere üç mahallede 36 aileden yedisinin Yüksek Mahkeme kararıyla nesillerdir yaşadıkları evlerden atılmaları gündeme gelmişti. Düzenlenen protestolara İsrail polisinin şiddet kullanarak müdahale etmesi ve İsrail ordusunun Gazze Şerdi’ne operasyon başlatması ile çok sayıda can kaybı yaşanmıştı. Şeyh Cerrah’taki birçok ailenin hukuk mücadelesi halen devam ediyor.

Yusara el Neccar ise bu topraklara sonradan geldikleri iddiasına şiddetle karşı çıkıyor. Dedelerinin çoban mağaralarını 1950’lerde oyduğunu vurgulayan Neccar, kendisinin de 1961 yılında bu mağarada dünyaya geldiğini belirtiyor.

Neccar ailesi ve bölgedeki ailelerin birçoğu dışarıdaki çöl sıcağına karşın içi fazlasıyla serin olan bu mağaraları kiler, mutfak ve ilave yaşam alanı olarak kullanıyor. Ancak briketten yapılma tek katlı teneke damlı evleri yıkıldığından beri çoluk çocuk ailece mağaraya yerleşmek zorunda kalmışlar.

Diğer yandan bölgedeki Yahudi yerleşimcilerin sayısındaki artışa paralel olarak vandalizm olayları ve fiziksel saldırılar da arttığından, birçok aile mağaralarını bir sığınak olarak da kullanıyor.

BİR GÜNDE ÜÇ MEZRADA 20 BİNA YIKILDI

Neccar, güneş enerjisiyle çalışan lambalarla aydınlatılan mağarada bir yandan geleneksel yollarla mayaladığı peyniriyle ilgilenirken bir yandan da ellerinde otomatik silahlar taşıyan 12 askerin eşlik ettiği buldozerin çıkıp geldiği sabahı şu sözlerle anlatıyor:

“Neden geldiklerini söylemediler, bize kağıttır belgedir hiçbir şey vermediler. Ama biz neden geldiklerini biliyorduk.”

Ardından askerler ailenin erkeklerine uzakta durmalarını söyledi. Kadınlar apar topar evlerine koşup giyeceklerini ve yatak yorganlarını toplamaya çalıştı. Çamaşır makinesini evden çıkarmak epey zamanlarını aldı. Askerler, “Tamam artık, siz de çekilin kenara” dediğinde Neccar ailesi eşyalarının önemli bir kısmını henüz dışarı çıkaramamıştı.

Neccar, yedi ailenin yaşadığı iki ev ile iki koyun ağılından ibaret olan mezrayı yerle bir etmenin 2 saat bile sürmediğini söylüyor. İsrail ordusunun bölgedeki faaliyetlerini kayda geçiren Filistinli aktivist Besil Adra ise ordunun o gün üç mezrada 20 binayı yıktığını belirtiyor.

İsrail ordusu yıkımlara dair net bir takvim açıklamış değil, ancak sürecin devam edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.

 

Batı Şeria’da Yahudi yerleşimciler için 4200 yeni konutun inşasının onaylanmasıyla aynı döneme denk gelen tahliyeler uluslararası kamuoyunda da kaygı uyandırdı. ABD Başkanı Joe Biden’ın Haziran ayında gerçekleştireceği resmi İsrail ziyareti öncesi, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, konuyla ilgili bir soruya cevaben hem İsraillilere hem de Filistinlilere tansiyonu yükseltecek adımlardan kaçınma çağrısı yaptı. Price, “Buna elbette tahliyeler de dahil” diye konuştu. Avrupa Birliği’nden yapılan açıklamada İsrail’in yıkımları durdurması istendi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi de bölge sakinlerinin “zorla taşınmasının uluslararası ve insani yasalar ile insan haklarının ciddi ihlali” anlamına geleceği uyarısını yaptı. Son olarak büyük bir grup ABD’li senatör ve Temsilciler Meclisi üyesi, İsrail’e yıkımların durdurulması çağrısı yaptı.

The Washington Post’un “Ahead of Biden visit, Israel launches biggest eviction of Palestinians in decades” başlıklı haberinden derlenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir