Mustafa Armağan, 10 soruda Büyük Taarruz’u anlattı

30 Ağustos 1922 yılında, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Muhaberesi ile Anadolu topraklarını işgal etme hayalleri kuran düşmana son darbe vuruldu.

Düşman birliklerinin imha edilmesi ile zafere ulaşan Türk ordusunun ilk hedefi, Başkomutan Mustafa Atatürk’ün emri ile ‘Akdeniz’ oldu.

Zaferle sonuçlanan muharebe sonrası 1 Eylül’de Dumlupınar’da, Batı Cephesi’ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere Atatürk tarafından bir bildiri yayınlandı. Bildirideki, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” sözü, hafızalara kazındı.

Bu emir ile İzmir’e kadar takip edilen, kaçarken geçtikleri yerleri ateşe verip yakıp yıkan Yunan orduları hezimeti yaşadı. Tarihe geçen zafer, bir milletin kaderini baştan yazdı.

Şanlı zaferin 100’üncü yılında Yazar Mustafa Armağan, Ensonhaber.com’a 10 soruda Büyük Taarruz’u anlattı.

10 Soruda Büyük Taarruz

1. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” sözü ne anlama geliyor?

Gazi’nin “Akdeniz”le kastettiği yer, bildiğimiz Akdeniz Bölgesi olmayıp “Adalar Denizi Bölgesi”dir ki, 1941 yılındaki Coğrafya Kongresi’nde adını Ege Bölgesi yapmışızdır. (Tıpkı Pirî Reis haritasında Adalar Denizi diye geçmekte olan ismi, mitolojideki Yunan Kralı Aegeus’e “hürmeten(!)” Ege Denizi yaptığımız gibi.)

Bu emrin verilmesinde mücbir bir sebep vardı ki, 5 Yunan tümeni imha ve esir edilmesine rağmen 3 tümen elimizden kaçabilmişti. Eskişehir’deki birlikler çekilir, Bursa, Kocaeli ve Trakya’da bulunan Yunan birlikleri de bunlarla birleşirse İzmir’in doğusunda 8-10 tümenlik bir kuvvet toplanmış olurdu. Bu da savaşın seyrini etkileyebilirdi. Çekilmekte olan düşmanın tekrar toparlanamaması için nefes nefese takip edilmesi gerekiyordu. “İlk hedefiniz Akdeniz’dir” emri, düşmanın İzmir’e kadar durup dinlenmeden takip edilmesini âmirdir.


2. Bu emir hangi tarihte verilmiştir?

Çoğumuz belgeyi görmeden “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrinin 26 Ağustos’ta verildiğini zanneder. Oysa emrin üzerinde 1 Eylül 1922 tarihi vardır. Yani 30 Ağustos zaferinden önce değil, sonra verilmiştir.

Çünkü düşman ordusunun kıskaca alınarak tamamen imha edilmesi üzerine kurulu esas plan 2. Ordu’nun 40 km geride kalması üzerine başarılamamış, bunun sonucunda Yunan kuvvetleri, Trikupis başta olmak üzere Kızıltaş vadisinde imhadan kaçma fırsatını bulmuş ve Uşak tarafına atılmıştı. (Trikupis burada teslim olacaktı.)

Kuzeyde bir Yunan tümeni daha vardı ama bununla uğraşmak yerine İzmir’e çekilen Yunan kuvvetlerini takibine odaklanılmıştı.


3. “İlk hedefiniz” diye emir verildiğine göre mantıken ikinci bir emir daha verilmesi gerekmez miydi?

Doğru. Bir kere “ilk” denilince ikinci emrin de verilmesi gerekirdi ki, bu emir İstanbul, Çanakkale ve Trakya’ya hücum emri olacaktı. Çanakkale’ye geçen coşkun Türk birlikleri burada İngiliz kuvvetlerinin karşısına dahi dikildi, aralarında bir çatışma ha çıktı, ha çıkacaktı.

Hatta Londra’dan Türk birlikleri daha ileri giderse ateş açılması emri dahi verilmişti. (İngilizce literatürde “Chanak affair” diye geçer bu olay.) Ancak İngilizlerin İstanbul’daki Yüksek Komiseri General Harrington bu emri uygulamadı ve meselenin sulh yoluyla çözülmesi girişiminde bulunarak ortamı yumuşattı.

Keza Mustafa Kemal de İngiliz Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward-Price’a “Daha fazla dövüşmek için hiçbir sebep mevcut değil. Ben ciddi olarak barış istiyorum. Bu son taarruzu başlatmak arzusunda değildim. Fakat Yunanlıları Anadolu’yu tahliyeye ikna için başka çare yoktu” diyerek anlaşmak istediğini belli etti. (Selâhattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, IV, Başbakanlık Yayını, 1974, s. 194.)


4. Mustafa Kemal Paşa “çay partisi” düzenlerken aslında savaş hazırlığı yapıyordu gibi bir haber çıkmıştı o günkü gazetelerde. Olayın aslı nedir?

Büyük Taarruz’un başlamasından 5 gün önce, Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’da bir “çay partisi” düzenlediği haberleri gazete ve ajanslar vasıtasıyla kasten duyurulmuştu. Oysa bu bir şaşırtmacaydı. Haberin yayınladığı tarihten bir gün önce M. Kemal Paşa Akşehir’de, Batı Cephesi karargâhındaydı. Büyük Taarruz öncesinde ve sırasında buna benzer şaşırtmaca ve hileler eksik olmamıştı. Mesela 26 Temmuz’da cepheye hareketini Kutul Amare’de esir alınan ve sonra serbest bırakılan İngiliz Generali Townshend’le görüşmesine denk getirerek Konya’ya gezi olarak göstermesi ve 24 Ağustos’ta Şuhut ilçesine gittiği halde Akşehir haber merkezinin, Ankara’dan gelen sorulara, Paşa’nın Akşehir’de birlikleri denetlemekte olduğu cevabını vermesinde olduğu gibi. Bu arada düşmana yakın köyler boşaltılarak cephemizden haber sızmasının önlenmesi yoluna gidildiğini de zikredelim.


5. Büyük Taarruz’da zafer nasıl kazanıldı?

26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz beş gün sürmüş, 27 Ağustos’ta Afyon Karahisar kurtarılmış, 1 Eylül’de Yunanların I. ve II. Kolordu Komutanları Trikupis ve Diyennis’in Albay Halit (Akmansü) tarafından esir alınmasıyla sona ermişti. 10 gün süren 350 kilometrelik takip (günde ortalama 35 km), yakıp yıkarak İzmir’e çekilen Yunan birliklerinin 18 Eylül’de Çeşme’den, 19 Eylül sabahı da Erdek’ten gemilerle ayrılması üzerine nihayet bulmuştur.


6. Taarruz tarihi kimin eseriydi?

Büyük Taarruz’un hazırlıklarına 15 Ekim 1921’de başlanmış, aynı yılın 10 Aralık’ında harekâtın bahara bırakılması uygun bulunmuştu. Sonra Haziran ayına, Temmuz ayında Akşehir’de yapılan komutanlar toplantısında ise Ağustos ortasına bırakılmıştı. General Celâl Erikan’a göre Gazi, taarruzun 24 Ağustos’ta yapılmasını istemişti. Fakat 17 Ağustos 1922’de cepheye son gidişinde (bu gidiş de basından saklanmıştı), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın emrindeki birliklere taarruz tarihini 26 Ağustos olarak bildirmiş olduğunu olduğunu öğrenince, bu tarihi kabullenmişti. (Erikan, Komutan Atatürk, İş Bankası: 2006, s. 667; Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, İş Bankası: 2008, s. 347.)

7. Harekâtın asıl ismi neydi ve nasıl değişti?

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Taarruz’a koyduğu isim, “Afyon-Dumlupınar Meydan Savaşı”dır. İsmet Paşa’nın teklifi üzerine 5 gün, 5 gece süren bir dizi muharebenin son aşaması olan ve bizzat M. Kemal Paşa’nın yönettiği 30 Ağustos günü Yunanların yenilgiye uğratıldığı Çalköy, Aslıhanlar, İşören bölgesindeki muharebe Başkumandanlık Meydan Muharebesi diye adlandırılmıştır.

Gelin görün ki yaygınlaşan bu kullanım, sanki bütün savaşın Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak adlandırıldığı gibi bir anlam sapmasına yol açmaktadır.

Oysa 30 Ağustos’taki muharebe, 5 gün süren bir taarruzun son halkasıdır, tamamı değildir. Tamamı için Başkomutanın kendi kullandığı Afyon-Dumlupınar Meydan Savaşı denilmelidir. Erikan’a göre Başkomutanlık Meydan Savaşı terimi isabetli değildir. (Kurtuluş Savaşı Tarihi, s. 354-355.)

8. Harekâtın cereyan şekli nasıldı?

Kutul Amare kahramanı Sakallı Nureddin Paşa’nın komutasındaki 1. Ordu cephesinde 26 Ağustos sabahı fecirle beraber başlayan top atışları gün boyu sürerken düşmanın dikkat dağınıklığından istifade ile birliklerimiz siperlerine yaklaşmış ve piyade hücumuyla ilk siper hattını ele geçirmişti ama daha fazla ilerleyemediler. Ancak ertesi gün düşmanın kuzeye atılması hedefi gerçekleşti. Doğuda bulunan 2. Ordu’nun ilk görevi düşmanın bir karşı hücumda bulunmasına mani olmak (“tesbit”), daha sonra da kuzeyden sarkarak güneydeki süvari birlikleriyle beraber düşmanın Kütahya ve İzmir’e kaçış yollarını tutmaktı.

Ancak bu hedef kısmen başarılabildi. 4,5 km genişliğindeki Kızıltaş vadisinden gerçekleşen sızma Uşak, İzmir, Manisa yönündeki kaçışa yol açtı ve ardından “Akdeniz”e doğru takip başladı. 9 Eylül’de İzmir’e giren Nurettin Paşa komutasındaki 1. Ordu görevini yapmıştı. 2. Ordu Komutanı olan Yakup Şevki Paşa ağır davrandığı için suçlanmakla birlikte ihtiyatlı davrandığını söylemek daha doğru olur.

Silahlı kuvvetlerimizin ana hedefi İzmir’e odaklanınca İnegöl-Bursa civarında kalan Yunan tümeni riski ortaya çıktı. Bu sırada Yunanlar İstanbul’u işgal etmek istedi ama İtilaf devletleri izin vermedi. Trakya’dan güçlü tümenleri Anadolu’ya kaydırma çabaları da aynı sebeplerle sonuçsuz kaldı.

9. Yunan ordusu gerçekten denize döküldü mü?

Plan, düşmana doğu ve güneyden çarparak kuzeye atmak ve İzmir’e kaçış yollarını kapamak için güney ve kuzeyden süvari birlikleriyle çekilme yollarını tutarak bir kıskaca alıp tamamen imha etmek üzerine kuruluydu. “Sad harekâtı” denilen kuşatma neredeyse başarılmıştı ama 2. Ordunun telgraf hattı bozuk olduğu için geç haber verilebildi, onlar da harekete geçmekte geç kalınca kıskaç iki yönde de tam kapatılamadığı için düşmanın İzmir’e çekilme yolu açık kaldı.

Bu yarıktan sızan 30 bin kişilik düşman kuvvetleri önlerindeki şehir ve kasabaları yaka yaka İzmir’e kadar yürüyebildi. (General Erikan bu taktik yanılgıları sert bir şekilde eleştiren nadir cesur yüreklerden biridir.)

Hatta bazı tümenler, rehine olarak binlerce Türkü yanlarına alıp Çeşme ve Urla’dan 18 Eylül’e kadar Yunan gemilerine binebilmişti. (İbrahim Erdal, Mübadele.) Bunların burada tutunabilmeleri ve rahatça Yunanistan’dan getirilen gemilere binebilmeleri, Yunanistan’dan getirilen taze kuvvetler sayesindeydi ki, toplamları 3 alaydı.

Yani “denize döktük” dediğimiz Yunanların 7 Eylül’de İzmir’e yeniden asker çıkardığını bize söylemezler. İşte bu birliklerin, Yunan askerlerinin Urla yarımadasından çekilmesine faydaları dokunmuştu. (Erikan, Kurtuluş.., s. 379.) Kuzeydeki 3. ve 10. Yunan tümenleri de Bandırma’ya doğru çekilip Kapıdağı yarımadasında bekleyen gemilere bir kaç alayını bindirebilmişti. Bursa’ya kaçan tümenler ise şehirde köprüleri havaya uçurmak vs. gibi bir miktar tahribat yaptıktan sonra Mudanya’ya doğru çekildi.

Gidebilenler gemilerle Yunanistan’a nakledildi, kalanlar ya öldürüldü veya esir edildi. Ancak Bursa civarındaki köylerde irtikap ettikleri şenaatin dokunaklı hikâyelerini Kapaklı köylerindeki ihtiyarlardan hala dinlemek mümkündür.

Öte yandan Yunanlar, Anadolu’dan kaçarken her nasılsa sürülerle koyun, keçi vs. yanında ele geçirdikleri Türkleri esir alarak beraberlerinde götürecek zamanı da bulmuştu. Esirler hem Yunan ordusuna çalışarak hizmet edecek, hem de ileride esir değişme sırasında işe yarayacaktı; tabii bir yandan da Batı Anadolu’daki nüfus dengesini Rumların lehine değiştirmeyi umuyorlardı.

Yunan palikaryaları 10 gün süren çekilme sırasında Afyon, Uşak, Eskişehir, Alaşehir, Aydın, Turgutlu, Salihli ve Manisa’yı (burada 14 bin evden ancak 1.400’ü kurtulabilmişti) yakıyor, özellikle tarihî eserler ve camilere zarar vermeye özen gösteriyorlardı (Tansel, Mondros’tan…, s. 172-173). 13’ünde başlayan ve Hıristiyan mahallelerini yakan İzmir yangını ise apayrı bir dâvadır. Vakti gelince onu da yazarız.

10. İntihar eden komutan olayı nedir?

Bu, hakikaten üzücü bir hadisedir. Tıpkı Kutul Amare’de Süleyman Askeri Bey’in İngilizler karşısında başarısız olunca intihar etme yoluna başvurması gibi, Büyük Taarruz sırasında da 57. Tümen komutanı Reşat Bey, 27 Ağustos günü Başkomutana söz verdiği halde Çiğiltepe’yi alamayınca bunu gurur meselesi yapmış, saat 11’de tabancasını alnına sıkarak intihar etmişti. Bıraktığı notta “Başarısızlık beni hayattan bıktırdı” diye yazmıştı. Çoğu kitapta ölümünden “yarım saat sonra” Çiğiltepe’nin alındığı yazılıysa da, gerçekte tepenin ele geçirilmesi öğleden sonra 15.30’u bulmuştu. Çiğiltepe, Reşat Bey’in son nefesini vermesinden 4.5 saat sonra alınmıştı.

Bir alıntı

Atatürk olmasaydı Türk milleti teslim mi olacaktı?

“Atatürk olmasaydı kahraman Türk milleti, teslim mi olacaktı? Buna “evet” demek için çok insafsız olmak ve Türk milletini tanımamak gerek. Kurtuluş belki biraz daha geç ve güç olurdu, lâkin netice değişmezdi. (…) Yunanlılar kim oluyor ki; onlardan kurtulduk diye bayram yapıyoruz. Bu hal; Yunanlıya fazla pâye vermek olmuyor mu? (Emekli Süvari Albayı Şerif Güralp, İstiklâl Savaşının İç Yüzü, İstanbul, 1958, s. 223.)”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir