Son zamanlarda bazı haberler doksanlı yılları yaşayan gazetecilerde bir “dejavu” etkisi yaratıyor. O dönemin önemli aktörleri şu veya bu şekilde yeni haberlerle yeniden gündeme geliyor. Bunlardan sonuncusu, birkaç gün önce Semih Tufan Gülaltay’ın bir gece yarısı işyerine yapılan baskında bir kişinin ölmesi, arkasından kendisinin cumhurbaşkanına hakaret suçlamasından tutuklanması oldu. Gülaltay’ın ismi her gündeme geldiğinde, yanına “İHD Genel Başkanı Akın Birdal’a suikast yapan kişi” notu düşülür.
Her ne kadar Akın Birdal suikastçısı olarak Gülaltay’ın adı anılsa da bu eylemi Türk İntikam Tugayı (TİT) üstlendi. Hatta sadece Akın Birdal’ı değil; 12 Eylül öncesi devrimci ve ilerici olarak kamuoyunda bilinen isimlere yönelik suikastları da Türk İntikam Tugayı üstlendi. Fakat işin ilginç yanı, gerçekte böyle bir örgütün olmamasıdır. Türkiye’de kontrgerilla, işlediği cinayetlerde bu imzayı kullandı. Semih Tufan Gülaltay’ın yakalanmasına kadar bu örgütle ilgili açılan bir dava yok. 12 Eylül öncesindeki cinayetleri işleyenlerse, o dönem MHP ile bağlantılı olarak anılan paramiliter gruplardı.
AKIN BİRDAL SUİKASTI
1996 yılında gerçekleşen Akın Birdal suikastı önemli dönüm noktalarından biri. Saldırı öncesinde, ‘uygun’ bir atmosfer oluşturulmuştu. Bugün, önemli davalarda karşımıza çıkan, absürd denebilecek suçlamaların bir örneği o yıllarda yaşanmıştı. Ama elbette ilk örneği değildi. Nazım Hikmet’in Donanma Davası’ndan tutun da 6-7 Eylül olaylarının ardından sosyalistlerin tutuklanmasına, Atatürk Kültür Merkezi yangınından, 12 Eylül davalarına kadar dezenformasyon ürünü çok dava yaşandı.
ŞEMDİN SAKIK İFADELERİYLE ‘ANDIÇ’ DEVREDE
O yılların en önemli olaylarından birisi, PKK’nin önemli isimlerinden Şemdin Sakık’ın Türkiye’ye getirilişiydi. Her ne kadar ‘operasyonla yakalandığı’ söylense de Sakık’ın gelişinde, Abdullah Öcalan ile yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle örgütten ayrılmasının belirleyici olduğu biliniyordu. Sonuçta Şemdin Sakık sorguya alınmıştı. Fakat kısa bir süre sonra dönemin medyasında ‘amiral gemisi’ sayılan Hürriyet’in ve bir numaralı rakibi Sabah’ın sayfalarında Şemdin Sakık ifadelerinde yer aldığı belirtilen bölümler yayınlandı. Bu metinlerde Hürriyet ve Sabah’ta da yazıları yayınlanan Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Mahir Kaynak gibi isimlerin yanı sıra; Refah Partisi milletvekili olan ve insan hakları konusundaki çalışmalarıyla tanınan Fethullah Erbaş, Gündem’de yazan Yalçın Küçük ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Genel Başkanı Akın Birdal hakkında akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Sakık’ın ifadesine göre, birbirinden çok farklı siyasi görüşlere sahip bu isimler “Abdullah Öcalan’ın talimatı ile” hareket ediyorlardı. Üstelik bu faaliyetleri için PKK’den para da alıyorlardı.
Bu ‘sızdırma’ belgeler yayınlanırken ne gazeteciliğin temel kurallarına uyuldu ne de bir “mantık” silsilesi arandı. Öyle ki bu gazetelerde yazan gazeteciler bile “hainlerin” kimliğini merak etmişlerdi. Hatta Hürriyet’in o dönemki başyazarı Oktay Ekşi, birinci sayfadan yayınlanan yazısında “Tanıyalım Bu Alçakları” başlığı ile bir yazı yazdı. Ama “alçaklardan” bazıları aynı binadaki bir başka odada yazısını yazıyordu!
AKIN BİRDAL VE FETHULLAH ERBAŞ HEDEFTE
Kendi yazarlarını da suçlayan gazetelerden Sabah, haberlerde Fethullah Erbaş’ı, Hürriyet ise İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ı öne çıkarmıştı. Bugün de aşina olduğumuz bir “cadı avı” başlamıştı. Bu gazeteciler ve insan hakları savunucuları, yalnızca işlerinden olmakla kalmamış, dönemin politik atmosferi açısından bir anda namlunun ucuna yerleşmişlerdi. Sonraki yıllarda bizim de röportaj yaptığımız bazı itirafçılar, dönemin en ünlü gazetecileri olan bu kişileri vurmak için evlerinin önlerinde keşif yaptıklarını açıklamışlardı.
Böyle bir ortamda elbette en savunmasız ve ilk hedefte olanlar, insan hakları savunucuları ve sosyalistlerdi. Akın Birdal suikastı işte böyle bir atmosferde gerçekleşti. Tüm bunlar yaşandıktan sonra Şemdin Sakık, yargılandığı ilk duruşmada medyaya yansıyan ifadeleri vermediğini söyledi. Yani bu “ifadeler” basına birileri tarafından servis edilmişti.
TETİKÇİLERDEN BİRİ 18 YAŞINDAN KÜÇÜKTÜ
12 Mayıs 1998’de, İnsan Hakları Derneği’nin Ankara’da bulunan genel merkezine gelen iki genç, bir yakınlarının gözaltına alındığını söyleyerek Akın Birdal ile görüşmek istedi. Görüşme sırasında silahlarını çektiler fakat Akın Birdal vücuduna isabet eden kurşunlara rağmen kendini korumaya, saldırganları dışarı atmaya çabaladı. Bu sırada vücuduna yedi kurşun isabet etmişti. Birdal’ın yaşaması bir mucizeydi. Saldırganlar olay yerinden kaçmış, suikasti TİT üstlenmişti. O güne kadar İHD’nin 15’e yakın üyesi çeşitli saldırılarda hayatını kaybetmişti. Ama Akın Birdal gibi saygın bir insan hakları savunucusunun vurulması ciddi tepki yarattı. Tetikçilerden biri, daha önce benzer birçok cinayette olduğu gibi 18 yaşından küçüktü.
‘CİNAYETİ ‘YEŞİL’ TASARLADI’
Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz da dahil birçok siyasi parti saldırıya tepki gösteren açıklamalar yaptı. Tetikçiler kısa sürede yakalandı. Bahri Eken ve 17 yaşındaki Kerem Deretarla’nın yakalanmasının ardından polis, Semih Tufan Gülaltay’ın ismine ulaştı. Aslında hem olayda kullanılan tetikçiler hem de ardından yakalanan isimler, o dönem mafyanın en çok yaptığı iş olan çek-senet tahsilatlarında kullanılan kişilerdi. Hazırlanan iddianamede, hakkında çok somut bilgi olmayan birçok faili meçhul cinayette ismi geçen “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım da yer aldı. İddianamede, Mahmut Yıldırım’ın yani ‘Yeşil’in Semih Tufan Gülaltay ve astsubay Cengiz Ersever ile birlikte 1996 yılında “Türk İntikam Tugayı” adlı örgütü kurdukları ve çeşitli suikastlar yaptıkları belirtildi.
Her ne kadar olayı gerçekleştiren ve tasarlayanların “Yeşil” ile birlikte Semih Tufan Gülaltay olduğu iddia edilse de Akın Birdal, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında dahi hedefe konan bir isimdi.
19 YIL CEZA ALDI
İşte Semih Tufan Gülaltay, bu olaydan sonra kamuoyunun gündemine girdi. Akın Birdal suikastından dolayı 19 yılı aşan bir ceza aldı. Ancak 4,5 yıl sonra şartlı tahliye yasasından faydalanarak hapisten çıktı. Cezaevinden çıktıktan sonra daha “siyasi” bir kişilik görüntüsü vermeye başladı. Onu, cezaevi sonrası Türk Solu dergisi bürosunda düzenlediği bir basın toplantısında görmüştük. Toplantının konusu, Avustralya’nın Çanakkale’de şehitliklerin etrafındaki arazileri satın aldığı ve “Gelibolu Yarımadası’nı ele geçireceği” şeklindeki iddialardı. Duyanı tebessüm ettirecek iddiaları, Gülaltay büyük bir ciddiyetle aktarıyordu.
2005 yılında, Ulusal Birlik Partisi adıyla kurulan bir partinin genel başkanı oldu. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı çek senet tahsilatından, cinayete kadar birçok olayın faili olarak ceza almış bir kişinin, siyasi parti başkanı olmasının kanuna aykırı olduğuna hükmederek istifasını istedi. Bunun üzerine Semih Tufan Gülaltay, parti başkanlığından ayrılmak zorunda kaldı. Partisinin bazı toplantılarına emekli generaller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur gibi isimler de katılmıştı. Bu arada “Tanrı’nın Türkleri” gibi adlar taşıyan kitaplar yayınlamaya başladı. Bazı kitaplarda ise direkt Fethullah Gülen’i hedef alıyordu.
SUİKASTI SAVUNDU
Ergenekon operasyonlarının başlamasının ardından 2008 yılında, Semih Tufan Gülaltay tekrar tutuklandı. Ergenekon davaları sırasında yaptığı savunma, aslında girdiği ilişkilerin boyutunu gösteriyordu. Gülaltay mahkemede, Akın Birdal suikastını savundu: “Bu olaya azmettiren Cengiz Ersever, beni tanıyan ve büroma gelip giden birçok astsubaydan biridir. Büromda gece bekçiliği yapan kişiyle olayı gerçekleştirmiştir. Yargıtay’da beraatım istenmesine rağmen bu davadan ceza aldım. Akın Birdal, bana göre bir vatan hainidir. Onu vuran insanların tepkilerini doğal karşılıyorum. Ben de karşılaşsam, yapmış olabilirdim. Ama olaydan sonradan haberim oldu. Birdal olayı ve Türk İntikam Tugayı (TİT), Mehmet Eymür ile ekibinin bana yakıştırmasıdır.”
‘YEŞİL’ İLE BİRLİKTE ÇALIŞTIĞINI KABUL ETTİ
Gülaltay’ın, MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür’e yaptığı suçlamalardan aralarında ciddi bir husumet olduğu anlaşılıyordu. Fakat Gülaltay’ın açıklamalarında en önemli ayrıntı, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım ile ilgili bölümlerdi. Gülaltay, Yeşil ile ilgili ayrıntılı açıklamalar yapan, onu tanıdığını ve beraber çalıştıklarını kabul eden üç kişiden biri oldu. Diğer iki kişiden biri Kocaeli’de bir mafya grubunun lideri olan Hadi Özcan’dı. Hadi Özcan da Yeşil ile tanıştığını sonraki yıllarda kabul etmiş, “Abdullah Çatlı’nın kendisini öldürmesine Yeşil’in engel olduğunu” söylemişti. Üçüncü isim ise Yeşil’in kendisine çalıştığını kabul eden Mehmet Eymür’dü. Eymür, Yeşil’in Mahmut Yıldırım adına düzenlenmiş kimliğini kendi sitesinde yayınlamıştı.
Gülaltay, MİT’te Mehmet Eymür’ün yardımcısı olduğunu iddia ettiği Duran Fırat adlı bir kişi tarafından Ankara’daki bir restoranda Mahmut Yıldırım ile tanıştırıldığını ve masada o dönem bakanlık yapan bir kişinin daha olduğunu söyledi. Gülaltay’a göre, Yeşil o dönem milletvekillerinden bakanlara kadar çok sayıda kişi ile Ankara’da açık olarak görüşüyordu.
‘YEŞİL’İ HERKES TANIYORDU’
Elbette Gülaltay’ın açıklamalarının içinde akıl sınırlarını zorlayan bölümlerin varlığı, anlattıklarına kuşku ile bakmamıza neden oluyor. Ancak Yeşil ile ilgili anlatımları çok fazla ayrıntı içeriyordu: “Savcılara suç duyurusunda bulunuyorum. Mahmut Yıldırım kayıptır, ancak Mehmet Eymür bir televizyon programında Yıldırım’ın öldürüldüğünü söyledi. İstanbul’da ülkücülük yapmak kolay. Mahmut Yıldırım, bu ülkeye hizmet etmiştir. Bingöl’de hangi jandarma komutanı gelse, evine giderdi.”
Gülaltay, Ergenekon operasyonundan tutuklanmasından 6 yıl sonra ise 2014 yılında, uzun tutukluluk gerekçesi ile tahliye edildi. Bu tahliyeden sonra sessizliğe büründü. Ancak Sedat Peker’in açıklamalarının başlaması ile birlikte Gülaltay da Youtube üzerinden yayınlarına başladı. Yine “derin komplo teorilerini” gündeme getiriyordu. Açıklamalarının içinde “tarikat şövalyeleri” gibi isimler bolca geçiyordu. Fakat bunlar neye ve kime karşı olduğu, ne amaçladığı belli olmayan açıklamalardı. Örneğin, Sedat Peker’in SADAT açıklamasına karşı SADAT’ı savunuyor, CHP’nin bir “milis örgütü” kurduğunu iddia ediyordu. Fakat ardından hemen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedefe koyan açıklamalar da yapıyordu.
GÜLALTAY’IN OFİSİNE SALDIRI
Gülaltay son dönemde önce 25 Mayıs’ta ofisine yapılan saldırı ile gündeme geldi. Maltepe’deki ofise gece 03.00 sıralarında gelen iki saldırgan, önce işyerinin önündeki arabasını kurşunlamış sonra içeri girip ikinci kata çıkarken, seslere uyanan Gülaltay’ın şoförünün açtığı ateş ile karşılaşmışlardı. Burada saldırganlardan birisi ölmüş, diğeri ise kaçmayı başarmıştı. Saldırı, gerçekleştiği haliyle çok garipti. Gülaltay olaydan sonra işyerinde yaptığı açıklamada, “FETÖ, PKK gibi örgütleri” suçlamıştı. Fakat işyerinin önüne geldiklerini haber verircesine aracının kurşunlanması, ardından ofis binasına girilmeye çalışılması, ne klasik mafya yöntemlerine ne de profesyonel örgüt saldırılarına benziyordu.
Ardından 28 Mayıs’ta, Semih Tufan Gülaltay Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklandı. Fakat bu tutuklamanın sosyal medyada yaptığı hangi açıklamasından dolayı olduğu öğrenilemedi. Yaptığı açıklamalara bakılarak, karşımızda sadece kendini kurtarmaya çalışan bir yeraltı dünyası figürü mü var, yoksa devlet içindeki çatışmaların taraflarından birisi olarak hedef alınan biri mi, anlamak pek mümkün değil. Bu tutuklamadan anladığımızsa, doksanlı yıllarda karşımıza çıkan bazı isimlerin, önümüzdeki dönemde de gündeme gelmeye devam edecekleri…