16 Haziran (Bloomsday) James Joyce için de Joyce hayranları için de önemli bir tarih olarak bilinir. 2022 yılı itibarıyla 118. yılı kutlanan 16 Haziran’ı bu denli değerli kılan şey ‘Ulysses’in 16 Haziran 1904’te geçmesi değil sadece. Joyce’un büyük aşkı olan Nora Barnacle’le ilk romantik buluşmaları da aynı tarihe rastlar. Halbuki ikisi de birbirinden oldukça farklı insanlardır; eğitimleri, kültürleri, hayata bakışları arasında dağlar taşlar vardır. Ancak her şeye rağmen ilişkileri Joyce’un ölümüne değin sürer. En önemli ortak noktaları sevgiyse, bir diğeri yoksulluktur. Özellikle de Joyce’un yoksulluğu…
ERKEK KATİLİ NORA
John ve Mary çiftinin (hayatta kalan) ilk çocuğu olarak 2 Şubat 1882’de dünyaya James Joyce gelir. On kardeştirler. Annesi erkenden ölünce aile hepten dağılır. Bir düzen oturtamamalarının diğer sebebi de alacaklılarıdır. Haciz memurlarından kaçmak için sürekli taşınırlar, bu nedenle diken üstünde yaşarlar. Haftada bir ev değiştirdikleri bile oluyordur.
Joyce, evden de aileden de erken yaşlarda kopar. Eğitimi dolayısıyla farklı şehirlerde yaşar ama parasızlık yüzünden okula devam edemez. Bütün hayatı para kazanma telaşıyla ve bu telaş esnasında yaptığı okumalar ve ilk yazı denemeleriyle geçer. Ta ki 10 Haziran 1904’e kadar. 10 Haziran’da tesadüfen tanışıp 16 Haziran’da buluştuğu kişi Nora Barnacle’dır.
21 Mart 1884’te fırıncı bir babayla, terzi bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir Barnacle. Manastır eğitiminden geçmiştir. Hamallık ve çamaşırcılık yaparak hayatını kazanmaya başlar. Barnacle’ın erkeklerle ilişkisi de oldukça “şansızdır”. İddiaya göre, Barnacle’ın âşık olduğu erkekler çeşitli hastalıklar dolayısıyla genç yaşta ölmüşlerdir. Arkadaşları bu yüzden Barnacle’a “erkek katili” lakabını takar. İlerleyen yıllarda evden ayrılıp Dublin’e gelen Barnacle bir otelde temizlikçi/çamaşırcı olarak çalışmaya başlar. 16 Haziran’dan sonraysa onun hayatı da Joyce’unki gibi değişir.
DAHA İYİ YENİLMEK
Yolda tesadüfen karşılaşıp konuştuklarında lafı fazla uzatmadan -yahut daha da fazla uzatmak için- buluşmaya karar verirler ancak Barnacle buluşmaya gelmez. Joyce çok kırılmıştır kırılmasına ama ondan öyle etkilenmiştir ki kestirip atamıyordur, bilakis onu tanımak için doymak bilmez bir iştah duyar. Neden sonra yeniden buluşurlar ve Barnacle’ın kanı da Joyce’a kaynar. İlerleyen günlerde daha sık buluşsalar da parasızlık yüzünden gönüllerince eğlenemezler, onlar da bir yerlere oturmak yerine sürekli yürüyüş yaparlar.
Joyce, Zürih’teki bir okula öğretmenlik için kabul edildiğinde hazırlanıp beraber yola çıkarlar. Bundan sonra beraber olacaklarının en önemli bir işaretidir bu. Ancak Zürih’e vardıklarında okuldaki öğretmen kontenjanının dolduğunu öğrenirler. Büyük umutlarla çıktıkları bu yolda ilk elden böyle bir aksilikle karşılaşmaları her ne kadar can sıkıcı olsa da geri adım atmayıp, Zürih’ten Trieste’ye, buradan da Pola’ya geçerler. Joyce burada hasbelkader bir iş bulur; Avusturya donanmasındaki subaylara haftada iki sterlin karşılığında İngilizce öğretiyordur. Ucuz bir otelde kalıp bazen akşam yemeği bile yemeden geçen geceler, aralarındaki aşkı da olumsuz etkiler.
Bir süre sonra Joyce bir okulda öğretmenlik işi bulduğunda biraz rahat etmeye başlarlar. İlk çocukları da bu sıralarda doğar. Joyce 25, Barnacle 23 yaşındadır. İlerleyen aylarda bir bankada işe girmek için soluğu Roma’da alan çift, bu kararın da kendilerine iyi gelmediğini kısa süre sonra anlar. Bankacılık işleri Joyce’a göre değildir, kendini hiç oraya ait hissetmediği için sürekli sorun yaşar. Bir de parasızlık vardır tabii. O kadar ki özel ders vermeden geçinmeleri mümkün değildir. Bu yıllarda çocukları yüzünden de bazı sıkıntılar yaşarlar. Çoğu ucuz otel, gürültüye sebep olur endişesiyle onlara yer vermez. Joyce dersten derse koşup para kazanmaya çalışırken, gidecek bir yeri olmayan Barnacle, kucağında bebeğiyle sinema solanlarında yahut kafelerde akşama kadar vakit öldürmek zorunda kalıyor, ancak Joyce geldikten sonra o günün parasıyla yeni bir yer tutup dinlenmeye fırsat buluyordur. Marsilya’ya gitmeye niyetlenip bilet parası bile denkleştiremedikleri günlerde gerisin geri Trieste’ye dönerler. Barnacle’ın ikinci hamileliği de bu sıralarda olur. Joyce bir yandan ‘Ulysses’i yazıyor, bir yandan para kazanmaya çalışıyordur. Barnacle ise hepten yalnızdır. Sonra diğer kitaplara gelir sıra, farklı işlere, farklı sıkıntılara… Değişmeyen tek şey yoksulluktur. Böylesi bir hayat zaman zaman ikisinin de öfke patlamaları yaşamalarına, zaman zaman da başkalarıyla görüşmelerine, buna meyletmelerine sebep olur ama birbirlerinden asla kopmazlar. 1931’de evlilik kararı alırlar. 1941’de, Joyce’un ölümüne kadar süren evliliklerinde bir çocuklarını da henüz bebekken kaybederler.
KİTAPLARDAN FİLMLERE TAŞAN BİR AŞK
“Yazarlar kendileriyle yaşayan insanların başına birer beladır. Oradadırlar, fakat aynı zamanda orada yokturlar. Süreklilikle kendini gösteren merakları, gözlemleri, listeler yapan kafaları ve bir başka insanın içine bakma arzusuyla oradadırlar. Fakat bu arzuyu yapıtlarının içine akıtırlar.”
Edna O’Brien’ın ‘James ve Nora: Joyce’un Evliliğinin Portresi’ adlı kitabında yaptığı bu tespit hayli önemli. Geçtiğimiz günlerde Alfa Yayınları etiketiyle raflara giren bu biyografi kitabının çevirmeni ise Zeynep Çiftçi. O’Brien onlarca ödüle sahip bir yazar; yirmiye yakın romanının yanında biyografik çalışmaları da var. ‘James ve Nora: Joyce’un Evliliğinin Portresi’, bunlardan biri. Bu kitabında klasik biyografilerin aksine sadece ikili arasındaki ilişkiye odaklanmış O’Brien. Birbirlerine hem iyi hem kötü anlamda nasıl dokunduklarını, hayatlarını nasıl cennete ve cehenneme çevirdiklerini anlatmış.
Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi isteyenler yine O’Brien imzalı, yine Zeynep Çiftçi çevirisinde ve yine Alfa etiketine sahip ‘James Joyce’ kitabına da bakabilirler. Bir de 2000 yılında Pat Murphy yönetmenliğinde gösterime giren “Nora” adlı bir film var. Başrollerinde Ewan McGregor ve Susan Lynch oynuyor. Bu film de aklınızda olsun. Yoksulluğun iki insanı hem nasıl bir arada tutup hem de nasıl farklı yerlere savurduğunu gayet iyi şekilde anlatıyor.