Hepimiz Marslı olabilir miyiz?

Dirk Schulze-Makuch

Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde görev yapan bilim insanı Joe Kirschvink, yaklaşık 20 yıl önce San Francisco’da bulunan Amerikan Jeofizik Birliği’nin düzenlediği Carl Sagan’ı Anma Konferansı’nda, yeryüzündeki yaşamın Mars’ta ortaya çıkmış olabileceği fikrini ortaya attı. Bundan on yıl sonra, Uygulamalı Moleküler Evrim Vakfı’ndan bir başka tanınmış bilim insanı Steve Benner, yeryüzündeki yaşamın kökeninin muhtemelen Mars’a dayandığına dair bir tartışma başlattı. Peki, şu anda yaşamın bir gezegenden diğerine taşınabileceğini öne süren bir hipotez olan ‘Panspermi’ (ya da ‘Panspermia’) bağlamında hangi noktadayız?

YAŞAM DÜNYA’YA UZAYDAN TAŞINMIŞ OLABİLİR Mİ?

Panspermi fikri, antik Yunan’dan beri varlığını sürdürdü; bununla birlikte, bakteri sporlarının güneş rüzgârları tarafından yıldızdan yıldıza doğru itilebileceğini ve yolculuklarının onları hayatla tohumlayan yaşama elverişli gezegenlerde son bulabileceğini öne süren Dr. Svante Arrhenius tarafından 1908 yılında, modern dönemde tekrar gündeme getirildi.

Arrhenius’un temel fikri, esas olarak birkaç kanıt kümesi onun aleyhinde göründüğü için itibarsızlaştırıldı. İlk olarak, uzayın enginliği ve bu alanı işgal eden gezegenlerin küçüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, bir sporun bir yıldız sistemini, o sistemin kütleçekimsel etkisine rağmen terk edebileceği ve sonunda bir gezegeni tohumlayacak biçimde bir başka gezegene ulaşabileceği ihtimali istatistiksel açıdan son derece olanak dışı görünüyor. Bu olasılık gerçekleşse dahi, muhtemelen spor o güneş sisteminin merkezinde bulunan yıldız tarafından kendine çekilir ve yanar. Bunun yanı sıra, sporlar kimi bakterilerin uykuda olan formu ve koruyucu bir kabuğa sahip olsalar bile, kozmik radyasyondan kaynaklanan hasar hesaba katıldığında, bir güneş sisteminden diğerine yolculuk yapmak için gereken zaman aralığından sağ çıkamazlar. En tanınmış ve üzerinde en çok inceleme yapılan Mars göktaşı ALH84001’in Mars’tan Dünya’ya ulaşmasının birkaç milyon yıl sürdüğünü akılda tutmak gerek!

Panspermi teorisine destek veren bir diğer ünlü bilim insanı, fizikçi Fred Hoyle idi; ancak ortaya attığı, grip virüsleri gibi hastalık taşıyıcı mikroorganizmaların uzaydan geldiği fikri biyolojik açıdan mantıklı değildi. Hastalık taşıyıcılar konakçılarıyla birlikte evrimleşir ve diğer gezegenlerde insan yaşamadığı için uzaydan gelen bir yaşam formunun bizi enfekte edecek biçimde nasıl bu denli iyi uyum sağlamış olabileceğini anlamak mümkün değil. Buna karşın, kuyruklu yıldızlar ve asteroitler, amino asitler gibi yaşamın yapı taşlarını ilkel Dünya’ya taşıdılar. Büyük ihtimalle, gezegenimizdeki ve muhtemelen diğer karasal gezegenlerdeki yaşamın ortaya çıkışında hayati bir rol üstlendiler.

BİR GEZEGENDEN DİĞERİNE

Peki, tıpkı yaşamın yapı taşları gibi mikrobiyal organizmalar da bir gezegenden diğerine aktarılamaz mı? Kalın bir koruyucu kabuğa sahip olmayan bakteriler, aynı yıldız sistemi içerisinde yalnızca bir gezegenden diğerine seyahat etseler bile, uzayda çok savunmasız durumdadırlar. Peki ya uyuyan bir bakteri veya spor, birden fazla kaya ya da tortu katmanının altındaki bir göktaşı içinde korunursa? Kirschvink ve Benner’ın hipotezlerinin yayınlanışından beridir, bunun akla yatkın bir senaryo olduğunu ortaya koyan pek çok araştırma gerçekleştirildi. Eğer mikroplar bir göktaşı içindeyseler, bu mikrobiyal yükün büyük bir kısmı muhtemelen Mars’tan Dünya’ya yapılacak bir seyahatten sağ kurtulabilir. Ne Mars’tan uzaya savrulduğu ne de Dünya atmosferine giriş yaptığı esnada iç kısmı asla 40 santigrat derecenin üzerine çıkmadığı -ve sterilizasyon sıcaklığının çok altında kaldığı- için, Mars’tan gelen göktaşı ALH84001 üzerinde yapılan araştırmalarda destekleyici kanıtlara ulaşıldı.

Açıkçası, Mars ve Dünya arasında gerçekleştiği öne sürülen yaşam transferi, ilk aşamada Mars’taki hayatın orada ortaya çıkmış olmasını gerektiriyor. Bu, ilkel Mars’ın daha sıcak, daha ıslak ve çok daha Dünya benzeri olduğu göz önünde bulundurulunca makul görünüyor. Mars’taki yaşam Dünya’dan daha erken evrimleşmiş olabilir; çünkü daha süratli biçimde yaşama elverişli hale geldi. Dünya’dan daha küçük ve Güneş’ten daha uzak olduğu için aşırı sıcaklıklardaki oluşumundan kısa süre sonra soğudu. Bunun tersine, Dünya daha sıcaktı ve ek olarak Ay’ı yaratan gezegen çarpışmasını “sindirmek” zorunda kalmıştı. Bu çarpışmanın ardından oluşan magma okyanusları, gezegenimizde yaşanabilir bir yüzey ortaya çıkmadan önce uzun zaman boyunca Dünya yüzeyine egemen oldu.

Göktaşlarının ve yaşamın transferi, prensip olarak, Mars’tan Dünya’ya veya tam tersine her iki yönde de gerçekleşebilir ve yaşamın kökenini başka bir gezegende başlatabilir. Yine de, Dünya’ya doğru olan yörünge, Dünya’nın daha büyük bir kütleçekimsel etkiye sahip olması ve Güneş’in yıldız sistemimizin merkezinde bulunması nedeniyle çok daha muhtemel görünüyor. Mars’tan uzaya saçılan herhangi bir madde büyük ihtimalle Güneş’e doğru yol alacaktır. Gezegenimiz ise, şans eseri, Mars kayalarının yolunu kesmek için doğru yerde bulunmuş olabilir.

Şu durumda, hepimiz Marslı olabilir miyiz? Yaşamın kökeniyle ilgili bilgi eksikliğimiz hesaba katıldığında, bunu kesin olarak söylememiz mümkün değil. Ama böyle gerçekleşmiş olması muhtemel. Ve bu, gelecekte Mars’a yapılacak seferlerde test edilmesi gereken bir hipotez. İlk fırsatta bir yaşam tespit görevi planlarsak, aradığımız cevabı bulmak için -eğer varsa- Mars yaşamını ve organik yapı taşlarını inceleyebiliriz.


Yazının orijinali Search for Life in the Universe sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir