“Çocuklarımız için en iyisini istiyoruz” diyen veliler okusun… Nerede hata yaptınız

Atılacak adıma bile çocuklarımızın yerine karar vermek ne kadar doğrudur? Her anne ve baba evlatları için en iyisini ister elbette ama ya o en iyisi en fazlasıysa?

Belki kültürümüzün gereği belki de yetiştirilme tarzımızın getirdiği aktarımlar sebebiyle dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızın sadece bizim çocuğumuz olarak kalacağı düşüncesi, en iyisini biz (aileler) biliriz düşüncesi çoğu zaman dışa vurulmamış bir esaret olarak hissettirir çocuklara ve bunu dile getirmek yerine bastırmayı tercih ederler, hatta çoğu zaman kendilerini yaşamlarında ‘boşluk’ta bulmalarına yol açar.

BOŞLUK HİSSİ

“Annesi ve babası çalışan orta halli bir ailenin çocuğuyum. Yaşamıma baktığımda ihtiyacım olan her şeye sahip olabilecek durumdaydım. Kıyafetler, istediğim model cep telefonu, birkaç günlük tatil programı vs. gibi aslında bir genç kızın isteyeceği her şeye sahiptim ama içimde anlam veremediğim ve dolduramadığım bir boşluk hissi vardı hep…Tek çocuk olduğumdandı sanırım bu denli düşünülüyor olmam..”

S.H.’ ailenin tek çocuğu ve dolayısıyla en kıymetlisi. Anne ve babanın ‘Ne giymeli? Serin mi oldu acaba, ceketini mi alsa? Hangi okula gitmeli? Hangi mesleğe sahip olmalı? Evet evet mühendis olmalı, iyi bir kariyeri olur, çok kazanır, kimseye muhtaç olmaz’ düşünceleri ile S.H.’ye ne düşündüğü hiç sorulmamış, her fikir ve düşünce hazır olarak empoze edilmiş ve dolayısıyla içe kapanık, hayattan bir beklentisi olmayan bir kız çocuğu yaratılmış istemeden.

AİDİYET DUYGUSU

“Mühendis olmalıydım ama aslında istediğim bu değildi, düzgün konuşmalı, yerinde konuşmalı, iyi arkadaşlıklar kurmalı, okulumdan evime gelmeli, derslerimi aksatmamalıydım. Aslında bunlar bana verilen görevlerdi. Ben uzun zaman sonra edinilen çocuk olarak onların siparişi bir hayat yaşıyordum. Bazen ne düşüneceğimi bile bilmiyordum, büyük bir anlamsızlık ve boşluk yaşıyordum. Hani diyorlar ya aidiyet, ben bir yere değil kendime bile ait hissetmiyordum.”

S.H.’nin içe kapanık karakteri, hayata ve çevresi ile olan iletişimsizliğini aşmak düşüncesiyle okul dışında da var olma isteği ile maalesef yanlış arkadaş grubuna dahil ediliyor ve elbetteki bir teklif ile başlıyor sıkıntılı süreç…

YAŞAMA SEVİNCİ

“Her zamankinden fazla para isteği, karakter değişikliği, ses yükseltmesi, suçlayıcı tavrı bambaşka birisi ile aynı evde yaşadığımızı hissettiriyordu. Ergenlik v.s dedim, hiç aklıma gelmedi çünkü.. Onun kariyerini ve kendi kariyerimizi planlamaktan gözlerinin içine bakmamışız evladımızın. Ne zaman ‘sebebim sizsiniz’ deyip ağlayarak anlatmaya başladı işte o an durdu zaman…” cümleleri annenin ne denli pişman olduğunu anlatıyordu aslında. Elbette bilinçli bir durum değildi yaşatılan ama her şeyi vermeye çalıştıkları kızlarından fark etmeden yaşama sevincini, hayat gayesini esirgemişlerdi.
Bir araya getirildiğimizde iyileşmek, hayata tutunmak gibi bir gayesi olmayan S.H.’ye el uzatmak, yaşamın güzelliklerini anlatmaktan fazlası gerekiyordu. Bir araya geliş süreçlerimizde ritme ve müziğe düşkünlüğü bizim çıkış noktamız oldu. Klinik ayakta tedaviye ikna olan S.H. dans kursuna yazdırdık. Vücudundaki tüm birikmiş negatif enerjiyi, kullandığı maddenin toksinlerini, aklındaki olumsuz düşünceleri hareketler ve ter ile dışa vuruyordu. Dans ve Hareket terapisinin süreç içerisinde kullandığı ilaçları da azaltıp hayatından çıkartacağına eminim.

EN BÜYÜK HATA

Dünyaya çocuk getirmek, bakmak, büyütmek ne denli zor ve zahmetli elbette hepimiz biliyoruzdur. En iyisini, en güzelini, en faydalısını isteriz onlar için buna şüphe yok. Ama onlar dünyaya ilk çığlıklarını bıraktıkları andan itibaren birer bireyler. Hayatlarına karar vermek değil, karar süreçlerinde onları desteklemek önemli. Doğruyu yanlışı göstermek elbetteki anne ve babaların görevi ama müdahale etmek, onlar adına karar vermek, anne babanın istediği hayatı yaşamaya zorlamak en büyük hatalardan biridir.

Yaşam bir deniz, fırtınalara, yağmurlara, rüzgarlara, dalgalara maruz kalan bir deniz, anne ve babalar hayatın dümenindeki çocuklarına destek olan yol göstericiler olmalılar. O gemi su da almalı, fırtınaya da kapılmalı, hata sonucu batma tehlikesi de geçirmeli ama ebeveynler tüm bu süreçlerde hep evlatlarının yanında olmalı.

Dr. Burcu Bostancıoğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir