Çevrimiçi platform dünyasının iddialı oyuncularından Disney+, Türkiye pazarına giriş yaptı. Seyircisini arayan ve Gülse Birsel, Şahan Gökbakar gibi birçok isimle şimdiden anlaşan platform, ilk yerli yapımı “Kaçış”ta bir muhabir grubunun savaş bölgesinde başından geçenleri öykülüyor. Güney sınırımızın hemen ötesinde cayır cayır bir ateşi hatırlatan diziyi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca anmalı.
HABER PEŞİNDE SINIRLARI AŞMAK YA DA ÖLÜMLE DİRİM KOYUN KOYUNA
Mehmet (Engin Akyürek), arkadaşı İlker (Onur Bay) ile iş başvurularına sürekli ret yiyen, haber yapma sevdasından vazgeçmemiş bir foto muhabirdir. Londra’da, umutsuzluk ile kendini yolunu çizme cesareti arasında bocalarken aldığı son olumsuz dönüş bardağı taşırır ve kendi haberini yapmaya niyetlenir. Alman meslektaşlarıyla kurdukları dört kişilik ekibe havaalanında son anda siyasileri protestolarıyla nam salmış Zeynep (İrem Helvacıoğlu) de katılır. Bu katılım, bölgenin “hassas” koşullarını göz önüne alıp dikkat çekmemek gerektiğini savunan Mehmet’i huylandırsa da heyecanlı bir yolculuk sonrası Ezidi köyüne varırlar. Köyde ilgi ve sevgiyle karşılanan gazetecilerin kaderi şafakla değişir. Ezidi kadınların ritüelini çekmeye, güneşin doğuşunu gören bir tepeye çıkan Mehmet geride az sonra yağmalanacak bir köy bırakmıştır. Köktenci bir örgütün saldırısına uğrayan köyde kadın erkek, çocuk yaşlı demeden tüm halk katledilmiş, gazeteciler ise kaçırılmıştır. Mehmet birkaç gün sıkışıp kaldığı köyden kaçmanın çaresini kılık değiştirip karşı tarafa geçmekte bulacaktır.
SOSYAL YÖNÜ GÜÇLÜ YAKIN DÖNEM SAVAŞ DİZİLERİNE RAĞBET
“Kaçış”ı yazmaya malzemesinden başlamak gerekiyor. Siyasi meseleleri skandallar tırnağında ve popülist bir tonda işleyen, zaman zaman polisiyeler içinde eriyerek “gerçekçi” bir söylem barındıran yapımlar çevrimiçi platformlarda belli bir seviyeye vardı. Artık hemen her ülkeden sosyal sorunları dert edinmiş, siyasal skandallara dair söz söyleyen hatta taraf tutan diziler izlemeye başladık. “Arap Baharı” ile başlayıp Afrika ve Ortadoğu’yu alev topuna çeviren mezhepsel, etnik, sosyal temelli çatışmalar, güney sınırımızın hemen ötesinde de yıllarca sürdü, sürüyor. Amansız süreç, savaşın yıkıcı etkisi dışında mültecilik başta olmak üzere insani sorunları da gündeme taşıdı. Çıplak savaş geride kalsa dahi bir “soğuk savaş” sürüyor yurdundan göçenler için.
Çevrimiçi platformlar ise şüphesiz kendi açılarından (reyting üzerinden) yaklaşıyorlar meseleye. Ortadoğu uluslarının 20. yüzyıldaki toprak paylaşım mücadelelerine eğildikleri ajanlı külahlı hikâyelerden Kuzey Avrupa ülkelerinde sosyal yaşamda izleri sürülen göçmen sorununa değin birçok bağlamda malzeme devşiriyorlar.
“Kaçış” da cesur bir giriş yaptı diyebiliriz. Engin Akyürek’in öyküsü esas alınarak yazılan dizi, dünya genelinde sık izlediğimiz, sosyal yönü güçlü yakın dönem savaş dizilerinin ülkemizdeki ilk örneği olma iddiası taşıyor ve perde arkasını duygusal bir çerçevede, yeri geldiğinde yalın şiddet gösterileriyle sunan türde yerini alıyor.
ÖYKÜCÜ AKYÜREK VE RİSKSİZ SENARYO
“Kaçış”ın tartışılmaya değer bir tarafı da başrolde acar gazeteci olarak izlediğimiz Engin Akyürek’in kaleminden çıkması. Dizinin senaryosu Ali Doğançay’a ait fakat öyküyü Akyürek yazmış. Akyürek’in 2018’de yayınlanan ‘Sessizlik’ adında bir de öykü kitabı bulunuyor. Bu durum oyuncunun bir şeyler anlatmak istediğinin, “dertlendiğinin” en belirgin ifadesi. Yoksa 2004’ten beri televizyon dizilerinde rastladığımız, hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaşmış bir oyuncunun öyküler, dahası kitaplar yazmasına aşina değiliz. Bu noktada “Kaçış”ı öyküsü bakımından değerlendirmek yararlı olabilir. İlk bölümden edindiğimiz izlenimler Akyürek’in işini sağlama alarak ilerlediği yönünde. Haber peşinde bir grup gazeteci, tehlikeli bir yolculuğun göze alınması, beklenmedik misafir, yaşanan şok ve devamında girilen ölüm kalım savaşı ki bu savaş kimlik değiştirmeyi, zorunlu bir dönüşümü de şart koşuyor. Yani maddi manevi baş kahramanı hırpalayacak her unsur düşünülmüş. Bu da bir matematiğin işletildiğini ortaya koyuyor. Akyürek öyküsünde daha samimi bir üslup tutturuyor olabilir ama iş senaryoya dökülünce bazı kesişim ve kırılmalar eğlence dünyasına uyarlanıyor. Oysa sınırı geçerek ölümü göze alan gazeteciler gerçek, yaşadıkları gerçek…
Onlarca köyün bu biçimde yok edildiği, yine birçok gazetecinin vahşice katledildiği bilinmekte. Öte yandan savaş muhabirlerinin arkasında büyük bir medya gücü olup olmaması da teferruat… Sınırı geçtikleri anda ölümle burun buruna geliyorlar. Bu gerçeği kurmacaya geçirirken insan unsurunu ve duyguları devreye sokan öykü kendisine kullanışlı araçlar seçiyor. Mehmet’in bulduğu oyuncak bebek de bunlardan… Gazeteci bebekle konuşuyor, çantasına asıp yol alıyor, adeta kader birliği yapıyor. Bu bebek oldukça tuhaf, yabancı görünmekte… Savaşın “saçma” yüzünü yansıtıyor aslında. Yarım yamalak gülen, kavrayamayan bir ifade hâkim bebeğe… Mehmet delirmesin diye yanına verilmiş. İnsanın oyuncak bebekte cisimleşmesi öyküyü anlaşılır kılıyor.
Dizide Doğançay’ın tarafına baktığımızda bir kez daha iyi bir matematik görüyoruz. İlk bölüm çok hızlı akmasına karşın özü ve seyirciyi neyin beklediğini vermiş. Akyürek’in içeriğini tamamlayan bir kolaylık söz konusu… Sınır ötesine uzanan yolculuk seyirci yorulmadan, dikkati dağılmadan esas uğrağına varıyor. Ancak köy basma sahnesinin ve devamında yaşananların arzu edildiği ölçüde seyirciye geçtiğini söyleyemeyiz. Çarpıcı olsun istenmiş fakat üç hamle birden yapılmış. Bu hamlelerden ilki Mehmet’in boş köye döndüğünde bir ceset yığınıyla karşılaşması, ikincisi ölü taklidi yaparak ölümden kurtulması. Sonuncu hamle ise kuyunun dibindeki saldırganın kamuflajını almaya çalışırken tutuştuğu kıyasıya kavga… Bu hamleler bir süreç olarak verilse ve zamana yayılsaydı daha vurucu olabilirdi. Art arda şok dalgaları şeklinde gelince ciddiyetini yitirmiş. Yanı sıra Mehmet’in köyde yalnız başına kaldığı bölümün duyguları güçlü aktarılamamış. Korkuyu, paniği, yası ve hüznü aynı anda yaşayan Mehmet’in umut gibi pozitif duygulara geçişi, arayışa yönelişi pek işlenememiş. Muhtemelen ilerleyen bölümlerde geri dönüşlerle köy kısmı derinleşecek, hızlı geçiş belki biraz daha anlama kavuşacak.
SAVAŞ DİZİSİNDE OLMAZSA OLMAZ: GÖRSEL BAŞARI VE OYUNCULUKLAR
Bir savaş anlatısının senaryoda işlemesi başarı için yeterli değil, görsel yönden etkilemesi diğer yandan oyunculuklar faslını kotarıp her barutunu titizlikle atması gerekiyor. Zira savaş anlatıları “vurucu, çarpıcı” gibi ifadelerle ulaşıyor karşı tarafa… Temposu düşük savaş anlatılarında dahi olayın, durumun, tarihsel ve siyasal metnin ötesinde görsel etkinin ve altı çizilmiş bir oyunculuğun bahsi geçen sıfatları karşılaması bekleniyor. “Kaçış” ilk bölümde fena bir sınav vermemiş. İki makinenin karşı karşıya geldiği, gün doğumunun hemen ertesinde geçen sembolik sahne başarılı çekilmiş örneğin. Militanın silahından çıkan kurşun, Mehmet’in objektifinde patlarken iki makine çarpışıyor ve dizi mesajını aktarırken seyirciyi de ortak ediyor. Seyircinin tarafını seçtiği bu sahneyi Mehmet’in ölümün kıyısından döndüğü sahne izliyor. Köyün bilge kişisinin hemen yanına kıvrılan Mehmet büyük bir hiddetle saplanan mızraktan kıl payı kurtuluyor. Mızrak, bilgenin bedenini delip geçerken kan damlıyor Mehmet’in gözleri önüne. Toprağa karışıyor kan. Böylece dizide tarafını seçen seyirciye “coğrafyanın kaderi” de izah ediliyor. Fotoğraf makinesi, oyuncak bebek, mermi ve mızrak dizideki görsel öğelerin başında gelmekte… Ancak aç kalmış sırtlanların Mehmet’i aşıp cesetlere ulaşma çabası aynı başarıyla çekilmemiş. Sırtlanlar sahneye oturmamış, hem teknik hem kurgusal bir zafiyet var.
Oyunculuklara gelirsek; ilk bölüm yeterli fikir vermiyor fakat Akyürek’in sahneyi doldurduğu söylenebilir. Kendine has bir dili var oyuncunun ve bunun için efor sarf etmesi, hatta performansını geliştirmesi gerekmiyor. Bazı oyuncular şanslıdır, ekranı ve perdeyi aynı çeviklik yahut donuklukla doldururlar. Akyürek şanslı tarafta! Helvacıoğlu’nu ve muhabirleri, kötü karakterleri canlandıran isimleri henüz değerlendiremeyiz. Zaten ilk bölüm Akyürek üzerine yazılmış. Sezonun geri kalanında duygular bu karakterlere belli ölçülerde dağıtılacaktır. Kötü karakterlerin performansı şimdiden merak konusu…
* *
Disney+ platformu, hassas bir meseleyi gündeme taşıyarak konu seçiminde cesaret göstermiş. Çevrimiçi rekabette nereye demirleyecek, zamanla göreceğiz ama Akyürek’in gerek oyuncu gerek öykücü kimliğiyle eğlence dünyasında bir yeri doldurmaya talip olduğu açık… “Kaçış” da bu niyetin yinelenmesi anlamı taşıyor. Akyürek duygusal öykülerde bastığı zemini sağlamlaştırırken Disney+ da isabetli bir başlangıç yapmış.