T24 Kültür Sanat
İstanbul Ansiklopedisi üzere bir kaynağı Türkiye’ye armağan eden tarihçi ve muharrir Reşad Ekrem Koçu’yu, kendisi de bir müellif olan eski öğrencisi Erdem Yücel, İBB’nin üç ayda bir çıkan mecmuası İST mecmuası için kaleme aldı.
Yazıyı kaleme alırken “Hocayı yakından tanıyan ve hayatta kalan pek az kişiden biri olduğumu bir defa daha düşündüm” diyen Yücel’in yazısı şöyle:
Vefa Lisesi 5-E sınıfı öğrencisiyken tarih dersimize Reşad Ekrem Koçu’nun gireceğini öğrendiğimizde enikonu heyecanlanmıştım. O yıllarda Tarihten Sesler, Resimli Tarih mecmuası, Tarih Dünyası, Tarih Hazinesi gibi tarih mecmuaları yayımlanıyordu. Tarihe meraklı olduğumdan o mecmuaları alıyor ve Reşad Ekrem’in yazılarını okuyordum ve severek, ilgiyle yazılarını okuduğum Koçu bizim dersimize girecekti. Rüya üzere bir şeydi…
Reşad Ekrem Koçu
Nihayet tarih dersimizin saati geldi ve heyecanla beklediğimiz hocamız Reşad Ekrem sınıfa girdi. Orta boyluydu; kabarık beyaz saçları ve pos bıyıklarıyla öfkeli bir görünümü vardı. Kalın gözlüklerinin akabinde âdeta içimizi okurcasına bizleri süzdü. Bilgisinden son derece emin, yöneticileri umursamayan ve öğrencilerine bir şeyler öğretmek, daha doğrusu tarihi sevdirmek isteyen bir hocaydı. Daha birinci dersinde; “Tarih kitaplarınızı kapatın, not tutmayın, benim söylediklerimi dinleyin, o sizlere yeter” demişti. O vakte kadar gördüğümüz kuru tarih derslerinden farklı bir şekilde olayları anlatarak canlılık getirirdi. Çoğu öğrencinin sıkıldığı, sayılara dayanan monoton bilgilerin dışında ders anlatıyor, yeri geldiğinde tarihî fıkralara yer veriyor ve bizlerin daha çok ilgilenmemizi sağlıyordu.
Ders yılının sonlarına doğru hocanın okuldan ayrılacağı haberleri dolaşmaya başlamıştı. Anlaşılan okul müdürü ile sıkıntıları vardı. Nedenini bilemeyiz. Bugün bildiğimiz Reşad Ekrem ismi, yazdığı kitaplar, yazılar ve ansiklopedi ortada da onu okuldan uzaklaştıran müdürün ismini hatırlayan var mı? Reşad Ekrem bundan sonra Koçu Pertevniyal Lisesi’nde emekli oluncaya kadar derslerini sürdürdü. Bu ortada basında isminden söz ettirirken kitaplarını, köşe yazılarını yazmaya devam etti.
“Moiralar, Reşad Ekrem ile benim ipliklerimizi birlikte bükmüş olmalılar”
İnsanların yazgıları bazen beklenmedik anlarda beklenmeyen şekillerde kesişiyor. Böylesi durumlar kimi vakit her iki taraf için de olumlu sonuçlar doğurabiliyor. Antik Yunan mitolojisinde Moiralardan söz edilir. Mitolojiye göre insanların yaşamlarını düzenleyen üç Moira onlar doğar doğmaz yaşam ipliklerini örmeye başlarlarmış. Moiralar, Reşad Ekrem ile benim ipliklerimizi birlikte bükmüş olmalılar ki; beklenmedik bir anda yıllar sonra karşılaştık.
Hocanın mecmua ve gazetelerdeki yazılarını, kitaplarını okumayı sürdürüyordum fakat bir daha karşılaşacağımız ve bana yeni ufuklar açacağı aklımdan geçmiyordu.
İstanbul başta olmak üzere tarihe merakım nedeniyle Reşad Ekrem Koçu’nun 1959 yılından beri yayımladığı İstanbul Ansiklopedisi’nin fasiküllerini alıyor, sonra onları ciltlettiriyordum. Cilt kapaklarından birini bayilerde bulamayınca ansiklopedinin Cağaloğlu’ndaki ofisine gittiğimde lisedeki tarih hocamla karşılaştım. Reşad Ekrem Koçu biraz daha yaşlanmıştı, kalın gözlüklerinin gerisinden zeka dolu gözleriyle beni süzdü anımsadığım kadarıyla. Bakışları hiç değişmemişti. Yıllar önce öğrencisi olduğumu nedense söyleyemedim. O da beni tanımamıştı. Neden söylemedim bilmiyorum. Tahminen de hocamdan cilt kapağı satın olmak onu rencide eder diye düşünmüş olabilirim. Hocam cilt kapağını bana verirken nasıl oldu bilemiyorum; birden sohbete başladık. İstanbul merakımın nedenini sordu. Ben de kendisine gerçek bir İstanbullu olduğumu, tarihle ilgilendiğimi, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümü mezunu olup, sanat tarihi sertifikaları aldığımı, kendisinin bütün yazılarını, kitaplarını okuduğumu ve bu arada Arkitekt isimli mimari mecmuasında yazdığımı söyledim. Ne iş yaptığımı sorunca; İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü’nde eski Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü, Vakıfların Eski Eserler Müşaviri Tahsin Öz’ün yanında ona yardımcı olarak çalıştığımı söyledim. Sohbetimiz uzadı ve kendisinden beklemediğim bir teklif aldım:
“İstanbul Ansiklopedisi’nde yazmak istersen ansiklopedinin sayfaları sana açıktır.”
İstanbul Ansiklopedisi – Birinci cilt, 4. Fasikül
Reşad Ekrem’in hayatından kesitler
Reşad Ekrem’in yaşamıyla ilgili geniş bilgilere ansiklopedilerde yer verilmiş, hakkında onlarca yazı yazılmıştır. Ölümünden sonra onunla ilgili yazılar yazmış, sempozyumlara tebliğler sunmuş, söyleşiler yapmıştım.1 Onların dışşmak istiyorum. Reşad Ekrem, sohbetlerimizde yeri geldikçe ailesinden söz ederdi. Bu anlarda bazen gözlerinden bir iki damla yaş akardı.
Reşad Ekrem Koçu, vaktinin tanınmış gazeteci ve eğitimcisi Ekrem Reşad Bey (1877-1933) ile Hacı Fatma Hanım’ın oğlu olarak İstanbul’un Göztepe’sinde ağaçlar içerisindeki bir köşkte 1905 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Ekrem Reşad Beyefendi Maarif Nezareti’nin tercüme kalemindeki memuriyeti sırasında gazeteciliği de sürdürmüştür. Devranın ünlü yayın organlarından Tarık, Malumat, Ceride-i Havadis gazetelerinde yazmış, Ahmed Cevdet Beyefendi ile İkdam’ı çıkarmıştır. Konya Sanayi Mektebi Müdürlüğü’ndeki görevi sırasında Konya’nın köklü gazetelerinden Babalık’ta başyazarlık yapmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra Cumhuriyet gazetesinin memleket haberleri servisini 1933 yılındaki ölümüne kadar yönetmiştir.
Reşad Ekrem Koçu sohbetlerimiz sırasında bazen babasıyla olan anılarını anlatırdı. Bu ortada babasının uğradığı bir iftiradan söz ederken hem hiddetlenir hem de duygulanırdı. Öğrencilerinden Ali isimli, ileri yaştaki birini okulun dökümhanesine usta olarak almıştı. Ne var ki, Ali yanında çalışan erkek çocuklardan birine tacizde bulunuyormuş… Çocuğun şikâyet etmesine rağmen olayı polise yansıtmamış, sadece Ali’yi görevden almıştı. Bunun üzerine hem suçlu hem güçlü (!) olan Ali velinimeti Ekrem Reşad Bey’e iftiralar atmış, onun padişah taraftarı, cumhuriyete karşı olduğunu idari makamlara şikâyet etmişti. O günlerin siyasi ortamı içerisinde Ekrem Reşad Bey’e atılan iftira gereğince araştırılmamış ve okul müdürlüğünden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Reşad Beyefendi bundan sonra da çalışmalarını Babalık gazetesinde muharrir olarak sürdürmüştür. Diğer taraftan Ali Usta kendisine bir dökümhane açmıştır. Reşad Ekrem, babasına yapılan bu haksızlığı anlatırken; “İlahi adalete bakın ki; bir gün dökümhanenin madeni potası patlamış ve Ali Usta ölmüştür” derdi. Hocamız üzüntüsünü lisana getirirken sözlerini şöyle noktalamıştı: “Velinimetine yaptığı ahlaksızlığın cezasını pek tez görerek adalet-i ilahiye bütün azameti ve dehşetiyle tecelli etmiştir.”
Ekrem Reşad Beyefendi 12 Ocak 1933’te Göztepe’deki köşkünde kalp krizi sonucu oğlunun kucağında yaşamını yitirmiştir. Babasının ölümü onu son derece sarsmış, ortadan geçen yıllar acısını hafifletmemiştir.
Reşad Ekrem, ilkokulu Konya İntibah Mektebi’nde okumuştur. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birtakım okullar kapatılınca annesi onu ve iki kız kardeşini (Emine Halet ve Ahsen Melek) alarak İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştır. Kayınpederinin Göztepe’deki köşküne yerleşmişler; diğer tarafta Ekrem Reşad Beyefendi görevinden ötürü Konya’dan ayrılamamıştır.
Reşad Ekrem, Bursa Erkek Lisesi’nde yatılı olarak öğrenimini sürdürerek 1927 yılında mezun olmuştur. Ailenin İstanbul’a yerleşmesi üzerine yüksek öğrenimini İstanbul Darülfünunu’nun (İstanbul Üniversitesi) tarih bölümünde yaparak 1931 yılında eğitimini tamamlamıştır. O yıllarda Darülfünun’un Osmanlı Tarihi kürsüsünün başında son periyodun ünlü tarihçilerinden Ahmet Refik (Altınay) (1880- 1937) bulunuyordu. Ahmet Refik onun tarihe olan sevgisini görmüş ve tıpkı vakitte başarılı bir öğrenci olmasından ötürü de kürsüsüne asistan olarak almıştı. Reşad Ekrem’in deyişiyle tarihçi olarak yetişmesinde Ahmet Refik’in büyük hissesi ve desteği olmuştur. Bu ortada Ahmet Refik’in İstanbul üzerine yazdığı yazılar Reşad Ekrem’i etkilemiştir.
Reşad Ekrem bu dönemde tarih üzerine yazmaya başlamış, Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonları 1300-1920 ve Lozan Muahedesi isimli çalışmasını 1934 yılında hazırlamıştır.
Cumhuriyetin kurulması ve ihtilallerin yapılmasıyla birlikte ilkokuldan üniversiteye kadar olan eğitim sistemi tekrar ele alınmıştı. Batı’nın eğitim düzeyine ulaşabilmek için 21 Nisan 1924 günü ve 493 sayılı kanunla İstanbul Darülfünunu’nun tüzel kişiliği kabul edilmiş, 7 Ekim 1925’te bilimsel yönetim özerkliği tanınmıştır. Akabinde üniversite ıslahatı gündeme gelmiş, İsviçreli Pedagog Albert Malehe 1932 yılında bir rapor hazırlayarak TBMM’ye sunmuştur.
Hükümet bu raporu temel alarak 29 Mayıs 1932’de 2252 sayılı kanunla Darülfünun ve ona bağlı takım ve örgütlerin lağvedilmesine, yerine de üniversitenin kurulmasına karar vermiştir. Böylece İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933’te yeni bir takım ile Türkiye’nin birinci üniversitesi olarak açılmıştır. İstanbul Üniversitesi’nde ders veren müderrisler ortasında ehil olan ve olmayanlardan bir ayrım yapılması mecburî olmuştur. Bunun için de müderrislerin imtihandan geçirilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu durumda kimi hocalar imtihana girmeyi onurlarına yediremeyerek görevlerinden ayrılmıştır. Ahmet Refik de onlardan biridir. Hocasına son derece bağlı olan Reşad Ekrem de bunu onur problemi yaparak asistanlık görevinden ayrılmıştır. Bundan sonra da Mektebi Harbiye Nazırı Emin Paşa’nın Mektebi Harbiye’ye öğrenci yetiştirmek için açtığı Kuleli Askeri Lisesi’ne tarih öğretmeni olmuştur. Öğretmenliğinin yanı sıra Son Posta, Cumhuriyet, Yeni Sabah, Milliyet, Hergün, Yeni Tanin ve Tercüman gazetelerinde tarihî bahislere ağırlık vererek köşe yazarlığı yapmıştır. Onların yanı sıra Amcabey, 20. Asır, Hafta, Tef, Akbaba, Tarih Dünyası, Tarih Konuşuyor, Hayat Tarih Mecmuası, Hayat, Resimli Tarih Mecmuası, Bozgun, Yeşilay, Büyük Doğu, Hafta, Türk Folklor Araştırmaları, İstanbul Enstitüsü Mecmuası ve Türkiye Turing ve Araba Kurumu Belleteni gibi mecmualarda de yazarak geçimini az da olsa sağlamıştır. Gazetelerde seri olarak yazdığı yazıları da vardır. Bunların başında “Binbirdirek Batakhanesi”, “Siyah Lale”, “Budin Paşasının Kızı”, “Osmanlı Tarihinde Güzel Kadınlar”, “Osmanlı Tarihinde Türediler”, “Türk Nüktedanları ve Zarafet Ustaları” ve “Kösem Sultan” gelir.
Reşad Ekrem Koçu seçtiği bahisleri çok güzel araştırır, bunun için arşivlere giderek günlerce çalışırdı. Sonra da onları günümüz Türkçesiyle çoğumuzun zevkle okuyacağı yazılara dönüştürürdü. Romanlarında ve diğer yazılarında tarihî gerçekleri değiştirmemeye özen gösterirdi. Tarihî hikâyeleri ustalıkla işlemekte onun üzerine yoktur demek yerinde olacaktır.
İstanbul Ansiklopedisi
Reşad Ekrem Koçu gelmiş geçmiş en büyük şehir ansiklopedisi, şehrin alfabetik kütüğü olan İstanbul Ansiklopedisi’ni yayımlamıştır. Ansiklopedi’yi baştan sona yazmaya çalışırken bilimsel metotları önemsememiş, kaynakları belirtmemiş ve birtakım hususlara aşırı yer vermiştir. Bir gün bunun nedenini sorduğumda; “Ben bir şehrin kütüğünü yazıyorum, o yönden İstanbul’da yaşamış her çeşit beşere, ilginç olaylara yer veriyorum” demişti. Bu yönde kendisine yöneltilen tenkitleri de umursamamıştır.
Yaşamının büyük bir bölümünde yeri olan ansiklopediyi birinci kere 1940’lı yıllarda yayımlamayı düşünmüş ve Cemal Çaltı isimli bir kereste tüccarının desteği ile 1944 yılında bu isteğini gerçekleştirmiştir. Ansiklopedi’nin birinci fasikülünü Kasım 1944’te büyük uzunlukta, 34×25 ölçüsünde 32 sayfa olarak yayımlamış, ayrıyeten içerisine renkli röprodüksiyonlar eklemiştir. O günlerde toplumda büyük ses getiren yapıtının tanıtımında şunları yazmıştır:
“Türk tarihinin hazinesi, Türk vatanının ziyneti, Türk milletinin göz bebeği olan büyük ve güzel İstanbul, bir ömrün mahsulü olan bu yapıtta layık olduğu ihtişam ile mütalaa edilmektedir.”
Bu sözlerinin akabinde bu büyük yapıtın 24 cilt olacağını belirtmiştir. Ayrıyeten yapıtının yayımlanmasında maddi hissesi olan Cemal Çaltı’yı da tanıtmaktan geri kalmamıştır:
“Alelade bir tüccar değildir. İkinci Cihan Harbinin en buhranlı bir devranında İstanbul Ansiklopedisi’ni bir ilim ve vatan aşkı ve uygar yürekle kapitalize etmiş bir simadır.”2
Tarihin tahminen de en büyük ansiklopedilerinden birinin projesini büyük bir cüretle uygulamaya koymuştur. Bunun için büyük bir mücadele vermiş ve İstanbul’a olan hayranlığını ölümsüzleştirmek istemiştir. Maddi ve bilimsel yönden güçlü, kuruluşların ve uzmanların elbirliğince yapacakları işi tek başına yapmaya kalkmıştır. Yaşamının son gününe kadar bu güç işin üstesinden insanüstü uğraşla gelmeye çalışmış, maddi imkan sağlayamayınca emekli maaşını buna hasretmiş, o da yetmeyince Göztepe’deki baba yadigârı köşkü satmak zorunda kalmıştır. Onunla Göztepe’deki konutunda sohbet ettiğimiz günlerde Ansiklopedisi’ni yayımlayabilmek uğruna Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’a sattığı, çam ağaçları ortasında bulunan köşkünün karşısında bir apartman dairesi kiraladığından üzülerek söz etmiştir. Geçmişin anılarıyla dolu köşküne bakarken gözlerinin buğulandığına, dalıp gittiğine çoğu sefer şahit olmuştum.
Babıali Yokuşu’nda, Nallı Mescid’in yanı başında eski bir binanın taban katında yayın hayatına başlayan ansiklopedi uzun ömürlü olmamış; Reşad Ekrem ortağı Cemal Çaltı ile anlaşmazlıklar yaşayınca ansiklopedinin devamı gelmemiştir. Bununla birlikte Koçu umudunu yitirmemiş, çareler aramış, birçok yere başvurmuştur. Maddi zorluklar içerisinde fasiküller düzensiz yayımlanmış ve sonunda 30. fasikül ile 1088 sayfada yayın hayatının sonuna gelmiştir. Reşad Ekrem, son fasikülün kapağında bu yöndeki şikâyetlerini lisana getirmiştir:
“Sonsuz takdirleriniz ve şahsıma gösterilen söz dostluğu kâfi değildir. Bana maddeten zahir olmanız gerektir… 365 günde yani koca yılda bir kezcik kesenizi İstanbul Ansiklopedisine açınız ve 1580 kuruş üzere, üç mavnacının Balıkpazarı’nda bir akşamlık rakı parasını vererek abone olunuz… Otuzuncu fasiküle gelmiş olan bu eser, benim namusumla, hayatımla sigortalıdır. Dilediğim de alil olmadan (elden ayaktan düşmeden) bir gün onun rastgele bir sayfasının üzerinde çalışırken kapanıp ölmektedir. O vakit, işte o vakit… Eğer benden sonra heyetler bu işi başarabilirse… Kanayan kalbimin remzi olarak son tashihlerini yaptığım söze kırmızı mürekkeple bassınlar.
“Bir kibrit çakıp hepsini yakacağım.”
Reşad Ekrem, yıllarını verdiği Ansiklopedi’sini her çareye başvurarak yine yayımlamak istemiştir. Mağlubiyet ve başarısızlık onun mizacına uygun değildi. O günlerin güçlü partisi Demokrat Parti’nin ileri gelenlerinden Mükerrem Sarol’un kayınpederi Mehmet Ali Akbay ile yeni bir iştirak kurarak 15 Haziran 1958’de İstanbul Ansiklopedisi’nin yayınına ikinci kere; 30×21 cm boyutlarında başlamıştır.
Günümüzde Bahçekapı’da şimdi izi bile kalmamış olan Mühürdarzade İş Hanı’nın iki odasını kiralamıştır. M. Ali Akbay ile ortalarındaki anlaşmaya göre dağıtım ve mali işleriyle Akbay, yazı işleriyle de kendisi uğraşacaktı. Yeniden bu anlaşmaya göre Ansiklopedi 15 günde bir çıkacak ve 15 ciltte tamamlanacaktı. Meğer bu anlaşmanın gerçekleşmeyeceği daha işin başında muhakkaktı; birtakım hususlar gereksiz uzuyor, unsur yazanlar yazılarının kısaltılmasına kırılıyorlardı. Sonunda bu iştirak da pek fazla sürmedi. Ortalarında çıkan sorunun ne olduğunu bilemiyorum, Hoca bu hususta bana bir şey söylemedi. Ben de sormaya cüret edemedim. Bir süre ofis yerinde kaldıysa da kira yükünün altından kalkamayan Koçu her şeyi Göztepe’deki konutuna taşımak zorunda kaldı.
Kısacası maddi yük hocayı bunaltıyordu. Yakın dostlarına ve birlikte olduğumuz günlerde bana da çeşitli kuruluşların bilimsel değeri olmayan yayınlara binlerce lirayı dökerken İstanbul Ansiklopedisi gibi bir yapıtla ilgilenmemelerinden yakınır; bu duruma üzülür, sıkılır ve öfkelenirdi. Bir ara Tercüman gazetesinin arşivini alacağı haberini duyunca umutlanmış ve sevinmişti. Böylece Ansiklopedi’yi devam ettireceğini sanmıştı. Maddi manevi tüm varlığıyla bağlı olduğu Ansiklopedi’sini sürdürebilmek için her çareye başvurmuş, başvurduğu her kapı ne yazık ki yüzüne kapanmıştı. Bunun nedeni odunsuz kişiliği mi yoksa ona karşı duyulan kıskançlık mıydı, bilemiyorum. Bir orta Çelik Gülersoy maddi dayanak aramak için onu Ankara’ya götürmüştü. Bu gidişten çok umutluydu. Lakin Çelik Gülersoy’un bana anlattığına göre; 1974 yılındaki bu ziyaretinde güvendiği dağlara kar yağmıştı. Ankara dönüşünde büyük bir buhranın içerisine düşmüş, dostlarına bütün arşivini bahçeye indireceğini ve orada basının huzurunda hepsini yakacağını söylemişti. Gerçekten yaşamının sonlarına doğru dostlarına ve dost bildiklerine şöyle seslenmişti:
“Basınımızın temsilcileri, üniversitelerimizin üyelerini, yayınevi sahiplerini, dostlarımı, dostum geçinenleri konutuma davet edeceğim. A’dan Z’ye kadar hazır olan bu ansiklopediyi gözler önüne sereceğim. Sonra hamalları çağrıp bütün hayatımı verdiğim evrakı, vesikaları, fotoğrafları, planları bahçeye indireceğim. Akabinde bir kibrit çakıp hepsini yakacağım.”
Hocamız bu dediğini yapamadı, 6 Temmuz 1975’te Göztepe’deki konutunda hayata gözlerini kapadı. Cenazesi Tütüncü Mehmed Efendi Camii’nden kaldırılarak Sahrayıcedit Mezarlığı’nda aile mezarlığında toprağa verildi.
İstanbul Ansiklopedisi de 11. cildin başlarında Gökçınar Mehmed hususunun yazıldığı 7076 sayfada kaldı.
Son günlerinde güya öleceğini hissetmiş üzere bana şunları söylemişti:
“Yakında öleceğimi hissediyorum, bundan böyle ansiklopedinin geleceğini sen devam ettireceksin. Yazı işlerini sen, maddi tarafını da manevi oğlum Mehmed Koçu üstlenecek.”
Hocamın bana yüklemek istediği güç bir işti. Bu işi bir kişinin yapması da kolay değildi. Ne var ki hocamın ömrü bu vasiyetini yasal şekle sokmaya yetmedi. Ölümünden sonra arşivi polemik konusu oldu. Bazıları Ansiklopedi’yi yine canlandırmak için girişimlerde bulunmuştu.
Mehmed Koçu yasal varisiydi: Ne kadar doğru bilemem lakin kitaplarını sattığı söylendi. Bir süre sonra Recep Ekicigil, İstanbul ve Sanat Ansiklopedisi’ni Tercüman aracılığıyla çıkardıysa da Reşad Ekrem’in Ansiklopedisi’yle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bir süre sonra Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı ortaklaşa olarak 1993-1995 yılları ortasında 8 ciltlik Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi ismi altında bir ansiklopediyi daha bilimsel metotlarda yayımladı.
Reşad Ekrem Koçu’nun kitapları
Reşad Ekrem sürükleyici üslubuyla 20’den fazla roman yazmıştır. Bunların çoğu ölümünden sonra Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Ne acı ki sağlığında yayıncılar romanlarını önemsemeyerek yayımlamadılar. Hoca onları kendi imkânlarıyla bastırdı. Sağlığında geçim problemi çeken hocanın ölümünden sonra kitaplarından kimileri kazanç sağladı. Bunlardan dört sefer genişleterek yazdığı Bıçakçı Petri en sevdiği romanıydı.
Hatice Sultan ve Ressam Melling (1923), Selçuk İmparatorluğu (1933), Sümer Türkleri (1933), Çocuklar (1938), Bizans Tarihi (Şarki Roma İmparatorluğu) (1934), Kızlarağasının Piçi (1933), Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar (1934), Taçlı Fahişeler (1944), Eski İstanbul’da Meyhane ve Köçekleri (1947), Tarihimizde Garip Vakalar (1952), Osmanlı Tarihinin Panoraması (1994), Tarihimizde Kahramanlar (1960), Osmanlı Padişahları (1960), Topkapı Sarayı (1960), Erkek Kızlar (1963), Dağ Padişahları (1962), Esircibaşı (1962), Forsa Halil (1962), Haşmetli Yosmalar (1963), Yeniçeriler (1964), Fatih Sultan Mehmed (1964), Acı Su (1965), Patrona Halil (1967), Kabakçı Mustafa (1968), Kösem Sultan (1972), Aşk Yolunda İstanbul’da Neler Olmuş (2002), Tarihte İstanbul Esnafı (2002), Binbirdirek Batakhanesi–Cevahirli Hanım Sultan (2003), A Guide to the Topkapı basılmış yapıtlarıdır.
DİPNOTLAR
1 Fazilet Yücel, “Babıaliden Bir Reşad Ekrem Geçti”, Bizim Anadolu gazetesi, 14 Temmuz 1975; “Reşad Ekrem Koçu’nun Ardından”, Tercüman gazetesi, 21 Temmuz 1975; “Kaybettiğimiz Tarihçi Muharrir Reşad Ekrem Koçu”, Hayat Tarih mecmuası, İstanbul 1975, S.XI/10, s.30-34; “Reşad Ekrem Koçu’nun Çalışmalarında Eyüp” V. Eyüpsultan Sempozyumu Tebliğler, İstanbul 2002, s.58-65.
2 Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1947, fasikül 15.