Analiz: Ege adalarının silahsızlandırılması

Ahmet Yeşiltepe / NTV Dış Haberler Müdürü

Kimi adalarda tümen kimi adalarda ise tugay seviyesinde birlik bulunduran Yunanistan’ın, adalardaki toplam asker mevcudunun 50 ila 100 bin arasında olduğu değerlendiriliyor.

**

Ege Adaları’nın silahlandırılması, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasıyla, 1947 yılında imzalanan Paris Antlaşması’na göre kısıtlandı.

Pek çok adada kolluk kuvveti dışında silahlı kuvvet bulundurulmaması ve tahkimat yapılmaması hükme bağlandı.

Paris Antlaşması ile “12 ada” olarak anılan ve aralarında Meis’in de bulunduğu 14 ada İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verildi.

**

Antlaşmanın 14. maddesine göre bu adaların üzerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kolluk kuvveti bulundurulabiliyor.

Ege Denizinde gayri askeri statüde üç ayrı kategoride 23 ada yer alıyor.

**

Aslında sorunların temelinde, Lozan Barış Antlaşması ile Ege Denizi’nde tesis edilen dengenin zaman içerinde Yunanistan lehine bozulması yatıyor.

Yunanistan Lozan’da 3 mil olarak belirlenen karasularını 1936 yılında tek taraflı bir hamleyle 6 deniz miline çıkardı.

O dönem Türk-Yunan ilişkilerine hakim olan olumlu hava nedeniyle Türkiye, bu karara itiraz etmedi.

1947’de Paris Antlaşmasıyla 12 Adanın Yunanistan’a bırakılması, Atina’nın Ege Denizindeki jeopolitik konumunu güçlendirdi.

Yunanistan, 1952 yılında Güney Ege’deki Leros adasına askeri amaçlarla kullanılabilecek bir havalimanı ve tesisler inşa etmeye başladı.

Bu yapıların “sivil amaçlara yönelik olduğu” iddiasına karşılık, Türkiye, Ege’deki ordu birliklerinin sayısını arttırarak yanıt verdi.

Ancak Yunanistan ilerleyen dönemlerde bu defa Limni ve Semadirek adalarını, 1936 tarihli Montrö Antlaşması’na atıfta bulunarak silahlandırmaya başladı.

Atina burada da durmadı.

1964’den itibaren Kıbrıs sorunu nedeniyle, Anadolu kıyılarına yakın adaları da silahlandırdı.

**

Kıbrıs’taki gerginlik 1974’de Barış Harekatıyla sonuçlanınca; Yunanistan bu defa Ege’de, “açık deniz alanı” olarak kabul edilen alanların büyük bir kısmını kendi egemenliğine almak için, karasularını 12 deniz miline çıkaracağını duyurdu.

Türkiye, Yunanistan’ın bu son hamlesi üzerine 1975’te Ege Ordusu’nu kurduğunu ilan etti.

Hemen ardından, 15 Nisan 1976 tarihinde Türkiye, Yunanistan’ın 12 mil girişimini, diplomasi dilinde “casus belli” olarak anılan “savaş sebebi” sayacağını açıkladı.

Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil tarafından yazılan bir mektupla Türkiye’nin kararlılığı BM ve ABD’ne bildirildi…

Türkiye bu dönemde , Ege Denizi’ndeki haklarını koruyacağını göstermek amacıyla “açık denizde” petrol arama girişimi başlattı.

“HORA” isimli tahlisiye gemisi Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü tarafından yenilenip Ege sularına gönderildi.

Daha sonraki yıllarda adı MTA Sismik-1 olacak geminin Ege’deki ilk seyrüseferi Türk kamuoyunda büyük heyecana yol açtı.

Yunanistan’ın gemiyi vurma tehdidine rağmen; donanma gemileriyle Ege’de ulusal ve uluslararası sularda seyreden Hora, Türkiye’nin Ege’deki haklarından vazgeçmeyeceğinin göstergesi oldu.

“Hora” ilk seferini 15 Ağustos 1976’da tamamlayıp geri döndüğünde İzmir limanında coşkulu gösterilerle karşılandı… Kıbrıs’tan sonra adeta ikinci bir zafer kazanılmıştı.

Gemi, Ege’de petrol yatağı bulamamış ama Türk insanının üzerine titrediği bir simge olmuştu. Yeşilçam da bu coşkuya kayıtsız kalmadı. Yönetmen Remzi Jöntürk, Fikret Hakan ve Meral Orhonsay’ın başrolünü paylaştığı “Hora” bir sinema filmi çekti. PTT ise, “Hora” için ilk gün zarfı ve pulu çıkardı.

**

Lozan ve Paris Anlaşmalarına imza atmasına rağmen Yunanistan neden ısrarla adaları silahlandırıyor ve askeri üsler oluşturuyor?

Atina’ya göre, antlaşmaların yapıldığı sıradaki koşullar köklü biçimde değişmiş durumda… Dolayısıyla, adalar üzerindeki sınırlamanın ortadan kalktığını iddia ediyor.

Ayrıca Boğazları silahtan arındıran ve Boğazlar rejimini düzenleyen Lozan Sözleşmesi’nin yerine 1936 Montreux Antlaşması’nın geçtiğini ve Boğazların tekrar silahlandırıldığını hatırlatıp; “1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi” tamamen sona ermiştir, hükmü kalmamıştır”, diyor. Atina’nın en sık başvurduğu gerekçe de zaten bu; yani “Boğazlar tekrar silahlandırıldığı için, bu sistemin bir parçası olan adalar da silahlandırılabilir!..”.

**

31 Mayıs 1995’de “BM Deniz Hukuku Sözleşmesini kabul eden ve taraf olan” Yunanistan’ın Ege’de, karasularını 12 mile çıkarma olasılığına karşı; Türkiye Büyük Millet Meclisi, 8 gün sonra caydırıcı nitelikte bir karar aldı.

Meclis, böyle bir girişimin “casus belli”, yani savaş nedeni olacağını ilan etti.

Bu, Atina’ya karşı ikinci resmi savaş uyarısıydı!

Türkiye ile Yunansitan arasında Ege Denizindeki sorunlar; kıta sahanlığı, karasuları, adaların silahlanması, uçuş bildirim alanları yani FIR hatları ve ihtilaflı kara parçaları üzerinden devam etti…

Yunanistan 1995’te, Ege’de uluslararası ve ikili anlaşmalarla aidiyeti belirlenmemiş formasyonları “kendi kara parçası” olarak gördüğünü açıkladı.

Atina Yönetimi bu defa “kendi çıkarlarıyla ters düşen hükümlerini” yok saydığı Lozan Antlaşmasına dönmüştü…

Ve Lozan’da belirtildiği üzere; Türkiye kıyılarından 3 mil uzak ama statüsü belirli olamayan kara parçalarını “kendi egemenlik bölgesinde saydığını” ilan ediyordu..

Bunun işareti olarak Turgutreis karşısındaki Kardak kayalıklarına Yunanistan bayrağı çekildi.

Gerginleşen atmosferle birlikte, ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine geldi…

Türk askerlerinin kayalıklara Türkiye bayrağını dikmesiyle kararlılık gösterisinde son nokta konulmuş oldu.

Atina bu hamle karşısında daha ileri bir adım atmadı..

**

Antlaşmalar üzerinden devam eden tartışmalar ve hukuki nosyonları taraflarca farklı şekilde yorumlanan hükümler nedeniyle; Ege Denizindeki anlaşmazlıklar derinleşiyor.

Yunanistan, Ege Denizi’nde karasuları ve buna bağlı olarak hava ve deniz yetki alanlarını genişletme eğiliminde…

Adaların silahlandırılması ise yeni bir durum olmamakla birlikte, son yıllarda adalara yığılmış asker sayısı ve silah kapasitesi açısından “askeri varlık” en üst seviyeye ulaşmış durumda.

Yunanistan, “zamanlaması ve hedefleri belirlenmiş” politik manevralarla Türkiye’nin sinir uçlarına dokunmaya, diğer yandan uluslararası kamuoyunun da tepkisini ölçmeye devam ediyor.

Ama her defasında başvurduğu bu tehlikeli oyuna karşı, Ankara’nın sabrı da tükenme noktasına geliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir