Akşener’den Erdoğan’a: Geri sayım başladı artık geri dönüş yok

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta grup toplantısında kullandığı ‘çürük ve sürtük’ ifadelerine ilişkin tepki gösteren Akşener, “Sen, “milletin dili” diye, edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur, Hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek! Çünkü; Birleştireceğine, nefret saçandan Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Milletin namusunu koruyacağına, namusa dil uzatandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Devletin varlığına sahip çıkacağına, kendini devlet yerine koyandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti’nin, şanını ve şerefini yücelteceğine, ayaklar altına aldırandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Vatanın bölünmez bütünlüğünü savunacağına, Vatan toprağını, bir türlü sahiplenemeyenden, kupon arazi olarak görenden, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Hukukun üstünlüğüne, adalete, anayasaya bağlı kalacağına, yandaşa, saraya, koltuğa bağımlı kalandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Ez cümle; Sözünden dönenden, yeminini bozandan, emanete hıyanet edenden, Cumhurbaşkanı hiç olmaz! Aziz Türk Milleti, artık senin gerçek yüzünü gördü. Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok. Sandık geldiğinde, milletimizin kutlu iradesi, seni o sandığa gömecek. Emin ol, çok az kaldı!” dedi.

Akşener’in satırbaşları şöyle:

Bir hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için hükümetten amaç nedir bunu düşünmek gerekir. Hükümetin 2 hedefi vardır. Biri milletin korunması ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır. 1923’de yapılan bu tespitteki hakikate bugünlerde tüm çarpıcılığı ile şahit oluyoruz. Bay Kriz ve olağanüstü ekonomi yönetimi sayesinde artık her yeni güne yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz. Artık zamla yatıyor, zamla kalkıyoruz. 2 bin 500 lira reva görülen emeklilerimiz, halk ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Akşam evde ne pişireceğini bilemeyen anneler, evine et, süt, yağ, hatta çocuğuna bez bile alamadığı feryat ediyor. Saray şürekasına göre her şey yolunda. Milletimiz yoksullukla boğuşurken 5, 10 maaşlı saray danışmanlarının keyifleri her zamanki gibi yerinde.

‘Uçacak dediğiniz Türkiye böyle mi uçacak?’

Ülkede enflasyon makyajlı haliyle bile yüzde 73.5 olarak açıklanırken beceriksizliğiyle göz kamaştıran Nebati bakan çıkıp ‘Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla büyümeyi tercih etti. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kar ediyor’ diyor. Böyle bir rezalet olabilir mi? Utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? Uçacak dediğiniz Türkiye böyle mi uçacak? Nebati bakanın bu sözlerine bakınca anlıyoruz ki TÜİK sihirli değneğiyle tez zamanda bu arkadaşımızın yardımına koşacak. Nitekim bunun ilk işaretlerini görmeye başladık bile.

TÜİK’e tepki

İlk önce TÜFE ve ÜFE oranlarından sorumlu daire başkanını görevden aldılar. 20 bölge müdürünü değiştirdiler. TÜİK bu aydan itibaren patatesin, domatesin kilosunu ne kadardan hesapladığını, kira fiyatlarını ne kadardan hesapladığını yayınlamayacağını açıkladı. TÜİK, yitip giden inandırıcılığını geri kazanmak adına şeffaf olmak yerine ‘AB’den artık böyle talep gelmiyor’ diyor. Yani kendisini bu ülkenin vatandaşına karşı değil, sadece sayın Erdoğan’a sorumlu hissediyor. Tayyip Beyi Üzmeyen İstatistik Kurumu olduğunu kabul ediyor. Açıkladığınız rakamlar işçinin, memurun, emeklinin maaş zammını belirliyor. Ay sonunu getiremeyen insanlarımızın vebali boynunuzda. Gelin iki cihanınızı da karartmayın. Gelin bu milletin ahını daha fazla almayın.

‘Hayırdır Bay kriz neden bu kadar korktun?’

Geçtiğimiz Mayıs ayında Danıştay ve Sayıştay’ın yıl dönümüydü. Her iki yargı kurumumuzda kadim devlet geleneğimizden damıttığımız köklü devlet kurumlarımızdır. Sayın Erdoğan’ın en sevmediği kurumlarımızdır. Kendisi adeta devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumludur. Aksini yapamadığı her şeye ve herkese de uyuz olur. Nitekim iki kurumumuzun yıl dönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda her zamanki gibi yine bu ülkenin cumhurbaşkanını değil de adeta devlete karşı mücadele eden bir fanatiği gördük.

Sayıştay’a çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla ayar verdi. ‘Açık aramayın’ dedi. Yani işinizi yapmayın dedi. Hayırdır Bay kriz neden bu kadar korktun? Sayıştay’ın raporları zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Hiç kendini yorma çünkü devlet unutmaz.

Danıştay’a da hem sopa gösterdi hem de hukuk dersi verdi. Neymiş vesayete koltuk değnekliği yapan gizli, açık örgütlerin arka bahçesi haline dönüşen bir yargı millet adına karar veremezmiş. Peki Danıştay’ın görevi ne? Hayırdır sayın Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilemeyeceğini duymak çok mu zoruna gitti? Cübbesine düğme dikemediğin erdemli ve ahlaklı savcıların olmasına çok mu bozuldun?

İlk seçimde yetkiyi alıp Türkiye’yi içine soktuğun bu kurumsuzlaşma çukurundan evvel Allah çekip biz çıkaracağız. Sende oturup muhalefet sıralarından memleket nasıl yönetilir kıskançlıkla izleyeceksin.

‘Kızılbük Koyu’nda büyük bir doğa katliamı yapılıyor’

Döktüğü betonun yanına peyzaj olarak 3-5 fidan dikmeyi çevrecilik zanneden betonarme çapsızlık bizlerin gönlünde yara açıyor. Cennet doğamıza edilen ihanet değişmiyor. Marmaris Milli Parkı içerisinde bulunan Kızılbük Koyu’nda büyük bir doğa katliamı yapılıyor. Rantiyeler yine iş başında. Buradan kağıt üzerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen, gerçekte ise çevremizin, şehirlerimizin tarumarına sessiz kalan Murat Kurum’a ve Muğla Valiliği’ne sormak istiyorum. ÇED raporu gerekli değildir raporunu hangi amaca, hangi çıkar sahibinin amacına ve hangi beklentiye göre verdiniz? Neyin karşılığında göz yumuyorsunuz?

O sandık elbet milletimizin önüne gelecek. Biz de yetkiyi alınca göz göre göre bu ihanete paydaş olanlardan milletimiz adına hesap soracağız. Yargıyla, Danıştay’la, Sayıştay’la soracağız.

Erdoğan’ın ‘çürük ve sürtük’ hakareti

Bir sandıklık siyasi ömürleri kalanların acınası çırpınışlarına, kaçınılmaz sonlarını görenlerin hezeyanlarına, koltuğunu korumak için tüm değerlerini kaybedenlerin hakaretlerine maruz kaldığımız bir haftayı daha geride bıraktık. Artık pis dillerini, öfkelerini, nefretlerini açık etmekten çekinmiyorlar. Millete hesap vereceğine hesap soran, hak yiyeni savunan kirli bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Sayın Erdoğan ve arkadaşları sayesinde bugün acaba ne olduk diye uyanıyoruz. Bugün acaba hangi hakarete maruz kaldık diye meraklanıyoruz.

Tarihin her döneminde aziz olan büyük Türk milleti, AK Parti iktidarı nezdinde bir gün hain, bir gün terörist oluyor, bir gün nankör oluyor, bir gün vicdansız oluyor, bir gün cibiliyetsiz oluyor. Geçtiğimiz hafta da hiç utanmadan, sıkılmadan, zerre duraksamadan bu aziz millete ‘çürük ve sürtük’ dendi. Bu hakareti denize dökülüşünü unutamayan bir Yunanlı etmedi. Yazıklar olsun. Sen bu ülkenin cumhurbaşkanı seçildiğinde bir yemin ettin. Bu yemini namusun ve şerefin üzerine ettin. Hani senin nerede yeminin? Hani nerede milletin huzuru ve refahı? Nerede adalet? Nerede Atatürk İlke ve İnkılapları? Sen yeminini bozdun sayın Erdoğan. Kibrinin esiri olup, hakikate kör olurken bozdun. İktidar sarhoşu olup, Meclisimizi vesayetin altına alırken bozdun. Milletin hazinesini yandaşlarına peşkeş çekerken bozdun.

Şimdi senin istediğin gibi yaşamıyor, konuşmuyor diye demokrasiyi, adaleti savunuyor diye seni beğenmiyor, istemiyor, oy vermeyi de düşünmüyor diye milletimize hakaret ederek bozdun. Sen kendi egonu ‘hak ettikleri teşhisi koydum’ diye şişirmeye devam et. Sen bu hakareti sadece ‘gezici’ diye yaftaladıklarına ettiğini sanmaya devam et. Ben seni acı gerçekle yüzleştireceğim.

Burdur’da oruç ağzıyla haykıran, bir çiftçi kardeşim diyor ki; “Ben 14 yaşında evlendim. Kocamdan başka bir erkek görmedim. Allah’tan başka kimseye biat etmedim. Ben sürtük değilim. Bize sürtük diyemez, biz halkız!” Ne oldu Sayın Erdoğan? Sadece şehirli kadınlar kızdı zannettin değil mi? Sadece oyuna talip olmadıkların öfkelendi sandın değil mi? Sadece karşı mahalle diye bildiklerine hakaret ettin diye düşündün değil mi? Ama yanıldın, hem de çok büyük yanıldın.

Gezi başlangıcından bizzat senin elinle rayından çıkarttığın kadar geçen süreçte, sağcısından solcusuna, muhafazakarından sekülerine, yaşlısından gencine herkesin istibdat rejimine karşı sergilediği bir ruh, bir duruş, bir direniştir. Bu işi tetikleyen ise bizzat ‘iki ayyaş’ söylemidir. O gençler ‘yeter artık’ dediler. Sen bunu görmedikçe, oraya katılan kadınlara, erkeklere bu hakaretleri ettikçe çok daha derine batıyorsun sayın Erdoğan. Ne yaparsan yap bu ruhu yenemezsin. Ne kadar sayıp sövsen de işte en sonunda böyle mağlup olursun. Hiç merak etme sana asıl dersi bu aziz millet sandıkta verecek.

‘Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok’

Sen, “milletin dili” diye, edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur, Hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek! Çünkü; Birleştireceğine, nefret saçandan Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Milletin namusunu koruyacağına, namusa dil uzatandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Devletin varlığına sahip çıkacağına, kendini devlet yerine koyandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti’nin, şanını ve şerefini yücelteceğine, ayaklar altına aldırandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Vatanın bölünmez bütünlüğünü savunacağına, Vatan toprağını, bir türlü sahiplenemeyenden, kupon arazi olarak görenden, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Hukukun üstünlüğüne, adalete, anayasaya bağlı kalacağına, yandaşa, saraya, koltuğa bağımlı kalandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Ez cümle; Sözünden dönenden, yeminini bozandan, emanete hıyanet edenden, Cumhurbaşkanı hiç olmaz! Aziz Türk Milleti, artık senin gerçek yüzünü gördü. Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok. Sandık geldiğinde, milletimizin kutlu iradesi, seni o sandığa gömecek. Emin ol, çok az kaldı!

Nitekim bugün, Milletin Kürsüsü’nde, “Seçilmiş Cumhurbaşkanı’yım” diye böbürlene böbürlene gezen, ama Cumhurbaşkanı gibi davranmayı bir türlü beceremeyen, Sayın Erdoğan’ın “Sürtük” diyerek hakaret ettiği milletimizin bir ferdi, bir kadın, Yelda Temur kardeşimiz aramızda. Buyurun, Yelda Hanım. Söz de, kürsü de sizindir.

‘Yalanlarına kılıf arama derdindeler’

Kaybedeceği hiçbir şeyi olmayanlar cesurdur. Manyakçasına zengin olmayı istemeyenler de cesurdur. Her ne pahasına olursa olsun o sandalyeye oturacağım demeyenler de cesurdur. Gizleyeceği bir şeyi olmayanlar açıktır, nettir. Utanacağı bir şeyi olmayanlar dürüsttür, şeffaftır. İşte bu yüzden biz her türlü yalana, her türlü iftiraya karşı dimdik dururken memleketimizi il il, ilçe ilçe gezerken ve her daim makulu savunurken iktidar mensupları panik içinde koltuklarına tutunmanın heyecanı, hırsı ve mutsuzluğu içindeler. Yalanlarına kılıf arama derdindeler.

Nitekim geçtiğimiz hafta, onlar kürsülerden atıp tutarken, biz Burdur’daydık. Milletimizin etrafına ördükleri korku duvarı, artık tamamen yıkılmış. İnsanlarımız artık, “açız” diye değil; “Bizi kurtarın” diye haykırıyorlar. “Yeter artık” diye isyan ediyorlar. “Bitsin artık bu çile” diye dua ediyorlar.

Mesela; Yeşilova’da yolumuza çıkan bir kardeşim diyor ki; “Çevremde 10 tane iş yeri kapandı. Elektrik faturam çok felaket, 4 bin 821 lira 60 kuruş geldi. Mesajı geldi, ödemesini yapamadım daha. İşlerimiz tamamen durdu. Köylü vatandaş bitiyor, biz de bitiyoruz. Hem çalışıyoruz, hem de batıyoruz.”

Mesela; Bir fırıncı kardeşim diyor ki; “2020’de un 80 liraydı. Şu anda 400-450 lira arasında değişiyor. Çok zor alıyor insanlar. Kuru ekmek bile yükseliyor şu an. Bayat ekmek soran çok.” Mesela; Bucak’ta bir muhtarımız diyor ki; “Bucak tütüncü memleketiydi. Şu anda tütün bitti. Köylünün yolu, suyu hiçbir şeyi kalmadı.”

Mesela; Bir yandan siftahsız geçen günlerine, diğer yandan da, evladının uğradığı haksızlığa isyan eden, Makbule Hanım diyor ki; “Kızım harita mühendisi, 2 üniversite bitirdi. Yıllarca mücadele etti, KPSS’ye girdi. Türkiye’nin en ücra köşelerini bile tercih etti. 87 puan aldı, atanamadı. Aynı bölümden 56 puan alıp atananı duydum. Sokağın ortasında hüngür hüngür ağlasam haktır. Valla hakkımı helal etmiyorum.”

Müzisyen gençler

Aziz milletim; Annelerin, hakkını helal etmediği, babaların da boynunu büken bu eğri düzen, elbette ki en çok çocuklarımızı etkiliyor.

Bugün Türkiye’de yaşayan bir genç, Hem ailesinin içinde bulunduğu durumdan, Hem de kendisinin içine düştüğü durumdan etkileniyor. Evde, okulda, sokakta, hiçbir yerde huzur bulamayan gençlerimiz; ağır bir mutsuzlukla mücadele ediyor. Dünyanın içinde bulunduğu dijital çağın; değer setlerinden, fırsatlarından ve imkânlarından uzakta, hayata tutunmaya çalışıyor. Cebiyle gençliği arasında sıkışmış bir hâlde, nefes bile alamıyor.

Ben de, işte tam da bu nedenle, gençlerimizle buluşuyorum. “Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek başlattığımız; tersine mentorluk oturumlarımızın yedincisini, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdik. Bu defa, ruhunun bir parçası olan müziğinden, özgürlüğü hissettiği sahnesinden, kendisini ifade ettiği sanatından, mahrum kalan gençlerimizle buluştuk. Bir enstrüman almanın bile, imkânsız hâle geldiği bir ortamda, yasaklarla, baskılarla ve fırsat eşitsizliğiyle boğuşan, gençlerimizle dertleştik. Yine onlar içlerini döktü, ben dinledim. Onlar nasıl sıkıldıklarını anlattı, ben öğrendim. Onlar seslerini duyurmamı istedi; Ben de o sesi, başta saraylarda oturup, kürsülerden empati yoksunu nutuklar atanlar olmak üzere, bıkmadan, usanmadan, tüm Türkiye’ye duyuracağım.

Mesela; Henüz 18 yaşında, tiyatro eğitimi alan bir gencimiz diyor ki; “Türkiye’ye dair hayallerim; oyunlarımızı ve fikirlerimizi korkmadan, sansürlenmeden sergileyebilmek. Beni bir öğrenci olarak, en çok finansal zorluklar boğuyor. İmkânım olursa, ben de gitmeyi düşünüyorum maalesef. Ailem bunu vatan hainliği olarak görüyor; ama ben öyle düşünmüyorum. Yine de elimde olsa gitmem. Özgür yaşayabilsem gitmem.”

Mesela; 29 yaşındaki, tiyatrocu bir başka gencimiz diyor ki; “Benim tiyatrodan beklentim şu; başımızı sokacak bir çatımız olsun, karnımızı doyurabiliyor olalım, ve özgürce sanat icra edebilelim. Ama kötü günler geride kaldı, daha kötü günler bizi bekliyor.”

Mesela; 30 yaşında bir kadın sanatçımız diyor ki; “Hepimiz burada, “mış gibi” yapıyoruz aslında. Hayatta mutluymuşuz gibi, yaşıyormuşuz gibi geliyor. Konuşmayı, şarkı söylemeyi her zaman çok sevdim. Bu alanda ilerlemeyi çok istedim. Ama sistem beni öyle bir geriye attı ki… Fikirlerimi ifade edebileceğim bir ortam yok, muhatabım yok. Sürekli çemberin dışındayım.”

Mesela; Başka bir işte çalışıp, bir yandan da, gitar çalan bir genç evladımız diyor ki; “Enstrümanların çoğu şu an döviz kuru üzerinden satın alınıyor ve aşırı pahalı. Her maaş aldığımda, enstrüman benden daha da uzaklaşıyor.”

Mesela; Dans öğretmenliği yapan bir oğlumuz diyor ki; “Evet öğretmen gözüküyoruz ama, sigortasız çalışıyoruz. Sadece ben değil, tüm meslektaşlarım. Çünkü dans okullarının, sigorta yapabilmek gibi bir gücü yok. Bir ay çok güzel paralar kazanıyorum, başka bir ay, ev kiramı ödeyemeyecek duruma geliyorum.”

Mesela; Konservatuar öğrencisi bir oğlumuz diyor ki; “Türkiye’de kaldığım zaman, kontrbas sanatçısı olarak yapabileceğim, 2 iş var; Ya akademisyen olacağım, ya da bir orkestraya girip, kadrolu çalışacağım. O da, orkestra sınav açarsa… Geçen sene, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 13 yıl aradan sonra, 29 tane kadro verdi. Devlet tiyatroları da aynı şekilde, 13 yıl aradan sonra, geçen sene kadro verdi. Okullarda da, kadro doluluğu var. Dolayısıyla, akademisyen de olamıyoruz ve işsiz olarak hayata atılıyoruz.”

Mesela; Tıp okuyup, bir yandan da müzikle uğraşan bir gencimiz diyor ki; “Kendime diyorum ki; ‘lütfen yurt dışına git.’ Ama yok yani, bir şekilde burası bizim ülkemiz. Bu düzenin değişmesi lazım. Bizim bu değişimin bir parçası olmamız lazım. Bir şekilde birilerinin, bu vatana sahip çıkması lazım. Yani kalacağız gibi duruyor maalesef.”

‘İlk önce eğitime saldırdılar’

Üstelik bu çocuklar, “şanslı” olarak nitelendirilebileceğimiz koşullarda yaşaması gereken çocuklar. Büyükşehirde yaşayan gençlerimiz bile, bunları yaşıyor. Daha küçük şehirlerde, köylerde yaşayan, gençlerimizin, çocuklarımızın durumu, daha da vahim. Onlar, derin bir yokluk, yoksulluk ve imkânsızlık içinde yaşıyorlar. Çünkü; Onların elinden, Cumhuriyet’in imkânlarını aldılar. Çünkü; Onların elinden, fırsatlarını aldılar. Çünkü; Onların elinden, yükselme, başarma, hayallerine kavuşma umutlarını aldılar. Ez cümle; Onların elinden, çocukluklarını, gençliklerini, en güzel yıllarını çaldılar. Bunun için de ilk önce, eğitime saldırdılar.

İşte biz, İYİ Parti olarak; Köylülerimize hak ettikleri itibarı, yeniden kazandırmak için çalışıyoruz. Bugün maalesef; Cumhuriyet’in geleceği emanet ettiği o nesiller, artık o köylerden çıkmıyor. Çocuklarını köyden uzağa göndermek istemeyen ana babalar, ilk 4 yılın sonunda, çocuklarını okuldan alıyor. Özellikle kız çocuklarımız, erken yaşta okuldan alınıyor. Herhangi bir meslek sahibi olamıyor. Kimisi çocuk yaşta evlendiriliyor. Gelecek hayali kuramıyor. TÜİK rakamlarına göre, kız çocuklarımızın erken yaşta evlendirilme oranı, erkek çocuklarımızın, tam 21 katı. Son 20 yılda, 1 milyon kız çocuğumuz, yaşları tutmadığı için, mahkeme kararı sonucu evlendirildi. Bu sayı, resmî nikahlardan çıkan sonuç. Bunun üzerine bir de, kayıt altına alınmayan evlilikler var. Artık kızlarımız; “Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime” diyorlar. Halbuki mücrim olan onlar değil… Esas mücrim olan; Bizzat Bay Kriz, uyguladığı yanlış politikalar ve bu ucube sistemin kendisidir. Bu kadar basit.

‘Köy okullarını açtığımızda; Unutturulmak istenen değerlerimize, yeniden sahip çıkacağız’

AK Parti iktidarının, 2013-2020 yılları arasında; Köy okullarını kapatıp, hiçbir denetimi olmayan, karda kışta gidilemeyen, ya da 40–50 kilometre yol gidilen, taşımalı sistem için harcadığı para, eldeki verilere göre, 20 milyar lirayı aşmış durumda. Artan mazot fiyatları ve gıda enflasyonunu da dikkate alırsak; bugün, bu mali yükün, çok daha fazla olduğu, apaçık ortada…

Oysa bu 20 milyar lira ile; ortalama maliyeti, 1 milyon liradan, kapatılan 20 bin köy okulu, fiziki olarak güçlendirilebilir, ve teknolojik imkânlarla donatılabilirdi. Ama bunu düşünmek için vizyon lazım. Bunu bilmek için akıl lazım, sağduyu lazım, donanım lazım. Bunu yapmak için; Bu memleketi sevmek lazım. Ve işte Ak Parti iktidarı da, tam olarak bu konulardaki yoksunluğu sebebiyle, kılını bile kıpırdatmıyor. Ama İYİ Parti olarak, bizde bu vizyon var. İYİ Parti olarak bizde; ortak akıl, istişare ve sağduyu kültürü var. Biz de o donanımlı kadrolar, ve memleketini çok seven insanlar var. İşte bu yüzden, İYİ Parti olarak; Allah’ın izni, milletimizin takdiriyle, iktidara geldiğimizde, ilk iş olarak, taşımalı eğitim için harcanan parayla, terkedilen köy okullarını, yeniden tamir edeceğiz. Her birini teknolojik yönden iyileştireceğiz. Dahası, yeni açacağımız köy okullarında, bir yıl zorunlu anaokulu eğitimi de olacağı için; en az 50 bin atanamayan öğretmenimizin, atamasını yapacağız.

‘Çünkü artık İYİ Parti var’

Değerli dava arkadaşlarım; Milletimizin sinir uçlarıyla oynayarak, Komşuyu komşuya küstürerek, İnsanlarımızı kutuplaştırıp, birbirinin karşısına dikerek, Üstüne bir de, elini yıkayıp çıkarak, seçim kazanma devri, artık sona erdi. Bu ülkenin evlatlarının, birbirine düşürüldüğü günler, artık bitti. Kavgadan siyasi rant devşirildiği zamanlar, artık tarihe karıştı. Çünkü artık İYİ Parti var. Hangi partiye oy verirse versin, Hangi görüşte olursa olsun, Her seçmeni bağrına basan İYİ Parti var. Kim olduğuna bakmadan, herkese kucak açan, İYİ Parti var. Toplumumuza saçılan zehrin, panzehiri, tüm yaraların merhemi olmaya talip, İYİ Parti var. Milletimize reva görülen bu istibdatın karşısında, hürriyetin sancağını taşıyan İYİ Parti var. İYİ Parti’de nefret yok, sevgi var. İYİ Parti’de öfke yok, saygı var. İYİ Parti’de düşmanlık yok, kardeşlik var. İYİ Parti’de tüm farklılıkları zenginlik sayan, Mevlana’nın daveti var. Göreceksiniz, sevgi kazanacak. Göreceksiniz, özgürlük kazanacak. Göreceksiniz, adalet kazanacak. Göreceksiniz, o sandık geldiğinde, mutlaka İYİler kazanacak. Çünkü; Onlar, milletimize hakaret ede ede giderken; Biz, milletimizle el ele, kol kola iktidara yürüyoruz. Onlar, kirli zihniyetlerinin çamurunda yuvarlanırken; Biz, bembeyaz, tertemiz bir sayfa açmaya geliyoruz. Ampulün soğuk ışığı titreşirken; biz, güneş gibi, Türkiye’nin üstüne doğuyoruz. Hiç merak etmeyin, hazır olun. İYİ Parti iktidarına, çok az kaldı! O sandık gelecek ve milletimize reva gördükleri bu çile bitecek. O sandık gelecek ve memleketin makus talihi dönecek. O sandık gelecek ve Türkiye İYİ Olacak!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir