Robert De Niro’yu dünya gözüyle birinci kere 2011’de heyet başkanlığını üstlendiği Cannes Sinema Festivali’nde görmüştüm. O yıl Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Vakitler Anadolu’da” sineması de yarışıyordu ve Ceylan yarışın en değerli ikinci mükafatı olan Büyük Ödül’ü alırken şahsen De Niro sinemanın ismini Türkçe okuyarak duyurmuştu. Tıpkı şenlikte De Niro ile karşı karşıya gelmiş ve gösterişten uzak bir yıldız olduğuna hayret etmiştim, elbette takdirle birlikte.
Şimdi, 11 yıl sonra onu tekrar karşımnda gördüğümde elbette biraz yaşlandığını (78 yaşında artık ünlü oyuncu) fark etmekle birlikte birebir tevazu sahibi ve aralıklı lakin bir o kadar da sıcak kanlı, karşısındakini ciddiye alan, hiçbir soruyu geçiştirmeyen bir adam buldum. O kadar ki tıpkı soru tekraren kendisine sorulduğu halde kimseyi terslemedi ve günün birinde Türkiye’de bir sinema çekmesinin birinci kaidesinin uygun bir senaryoyla kendisine gelinmesi olduğunu birkaç defa tekrar etti ve şunları söyledi: “İstanbul’un coğrafik pozisyonu dayanılmaz… Asya ile Avrupa’yı, Doğu’yu Batı’ya bağlayan bir pozisyonu var. İstanbul’da çekilen pek çok değişik sinema oldu. Burada anlatılması gereken çok öykü var, bu kentin kıssasını bir sinemada yansıtmak gerek.”
İşin doğrusu irtibat manasında şiddetli bir basın toplantısıydı. Birinci andan itibaren basının karşısında oturanlarla gazeteciler ortasında bir duyma, duyduğunu manaya ve çeviri sorunu vardı. Kurulan masada Robert De Niro dışında İstanbul’da açılan ve De Niro’nun da ortakları ortasında bulunduğu dünyaca ünlü restoran zincirinin öbür ortakları şef Nobu Matsuhisa, üretimci Meir Teper ve Nobu CEO’su Fumihiro Tahara ile restoranın Türkiye ortağı Süzer Holding İdare Konseyi Lider Yardımcısı Baran Süzer vardı. Elbette soru karşılık daha çok De Niro ile gazeteciler ortasında geçti ve bir halde, ortada zorlanılsa da toplantıdan kimi notlar çıktı.
Bu notları kısaca listelersek; De Niro’nun yemeği mevzu alan sinemalar ortasında favorisi “Büyük Tıkınma” (La Grande Bouffe) isimli Marco Ferreri imzalı sinemaymış. Daha evvel İstanbul’a birkaç sefer gelen ünlü oyuncu, instagram hesabı neden yok diye sorulduğunda “Dalga mı geçiyorsunuz? O denli saçma sapan yerlere girer miyim” dedi ve Twitter hesabı olmadığının da altını çizdi lakin “Sosyal medyada dünyanın en büyük sahtekârıyla uğraştık ve onu da kapattırmayı başardık, kimden kelam ettiğimi biliyorsunuz” demeyi ihmal etmedi.
TÜRKİYE’DE SOKAK YEMEKLERİNİ TATTIM
Gazetecilerin yemek yemek ve yemek yapmakla ilgili sorusunu yanıtlayan Robert De Niro, “Ben yemeği severim. Yemek herkesi bir ortaya getiren harika bir kavuşturucudur, sinemalar de emsal bir rol üstlenir. Türkiye’de yediğim çok hoş yemekleri hatırlıyorum. Turistik yerlerden birinde, çok hoş bir şey yemiştim, deniz kenarında bir yerdi. Kapalıçarşı Sultanahmet süper bir yerdi. Küçük yerlerde sokak yemeklerini tattım” dedi.
De Niro, kendisine ısrarla sorulan “Türk sinemasını biliyor musunuz, hangi oyuncuları tanıyorsunuz, kimlerle çalışmak isterdiniz” sorularını her seferinde “Ne yazık ki karşılık veremeyeceğim zira neredeyse hiç bilmiyorum, tanımıyorum” diye yanıtladı. Hatta en sonuncusunda “Çok özür dilerim, buna daha âlâ hazırlanmalıydım, biraz araştırmalıydım. Bu türlü sorular geleceğini iddia etmem gerekirdi. Lakin hakikaten çok az sinema izliyorum esasen, bilmem özrüm kabul edildi mi?” diye ekledi ve o sempatik gülüşlerinden birini patlatarak herkesin gönlünü aldı.