Koleksiyoner İlknur Baltacı: Eskiden, evlerde birçok şey atılmaz, biriktirilirdi

İZMİR – Koleksiyonerlerle söyleşi serimize, yıllardır deniz kabuklarından kapı kilitlerine, kalemlerden kibritlere çeşitli objeleri biriktiren İlknur Baltacı ile devam ediyoruz. Sevdiği objeleri doğal bir dürtü ile bir araya getirdiğini söyleyen Baltacı, “Benimseme duygusu, benim olsun isteği, benzer objeleri yan yana dizme dürtüsü sanırım genelde her insanın içinde olan ama bazı kişilerde daha fazla öne çıkan olgular” diyor.

İlknur Baltacı’yla çocukluk yıllarına uzanan koleksiyon serüvenini konuştuk.

Koleksiyonunuz hangi temalardan oluşuyor? Ne tür objeler biriktirdiniz?

Eski eşya pazarlarını, antikacıları hep sevmişimdir. Özellikle günümüzde kullanılmayan, kullanıldıkları günlerin hikâyesini anlatan objeler, birçok kişi gibi benim de ilgimi çeker. Bu nedenle öyle çok şey toplamışım ki şimdi size sıralarken ben de kendime şaşırıyorum. Bir yandan da bu süreçte bunun kökeninde psikolojik veya toplumsal ne gibi nedenler yattığını kendime sorup cevaplamaya çalışıyorum. Birikimlerim; eski bakır nesneler, tablolar, Fransız eski gümüş çatal kaşık takımı, konakladığım otellerden kalemler, kibritler, kendim dalıp çıkardığım veya topladığım deniz kabukları, eski makaslar, kapı kilidi ve anahtarları, seramik veya tahta duvar tabakları, fotoğraf konulu çok sayıda kitap ve fotoğrafçı albümleri, gezdiğim fotoğraf sergilerinin ve müzelerin katalogları, reklamlar dijitalize olmadan önce özellikle yurt dışında çok yaygın olan reklam kartpostalları, şehirlere ait hatıra dikiş yüksükleri, magnet, kutu, çan gibi diğer seyahat anı objeleri.

Anneannemin kullanmış olduğu birkaç terzi aleti, hattat dedemin özel makası ve birkaç eski makas en sevdiğim ve değer verdiğim objelerin başında geliyor. Bakırların arasında en sevdiğim parçalar ise artık hayatımızda neredeyse hiç yeri kalmayan hamam tasları.

.

‘BANYO SONRASI ‘SIHHATLER OLSUN’ DEMEMİZ TESADÜF DEĞİL!’

Neden hamam tasları?

En başta, hamam tasının su ile ilgili bir nesne olması. Yaşamın varlığının suyun varlığı ile mümkün olması. Yani su-yaşam-sağlık üçlüsünün ayrılmaz bütünlüğü. Zaten hamam tasının tarihçesine bakınca önce sağlık konusu önümüze çıkıyor. En son yapılan araştırmalar hamam tasının serüveninin 3 bin yıl öncesine kadar uzandığını gösteriyor. O zamanlardan günümüze kadar, yuvarlak formu ve tası tutmaya yarayan yuvarlak çıkıntısı ile şekli değişmemiş. Çok tanrılı dönemlerde bu taslar tanrıların insanlara kutsadıkları suyu şifa niyetine sunmaları için kullanılmış.

Osmanlı’nın erken dönemlerinde de göbekli tasın şifa amaçlı kullanıldığını, içindeki kutsanmış suyun içilerek veya kişinin üstüne dökülerek hastalıklardan, kötülüklerden kurtulunacağına inanıldığını görüyoruz. Bakır, gümüş ve altından yapılan tasların içine iyileştirici olduğuna inanılan dua, ayet, söz veya rakamlar yazılarak bu gelenek giderek yaygınlaşmış. Zaman içinde, İslamiyet itikatlarına göre akan suda yıkanma inancı ile içlerindeki desenler olmadan kurnadan su alıp dökmek için kullanılır olmuşlar. Hamam tasının su, şifa ve temizlik ile olan ilişkisi eski uygarlıklardan günümüze kadar hep aynı kalmış. Yani hamam veya banyo sonrası hala “sıhhatler olsun” diyor olmamız bir tesadüf değil!

Daha sonraları, Osmanlılar ortaya göbek taşını da ekleyerek eski Roma hamam ve kaplıca geleneğini sürdürmüş ve hamam tası, bizim hafızamızda oluşan hamam kültürü objelerinden hamam havlusu, hamam nalının yanında, objelerin en eskisi olarak yerini korumuş.

Peki, tablo koleksiyonunuzda önemli bulduğunuz nadir parçalar neler?

İçinde Abidin Dino, Aliye Berger, Nurettin Ergüven, Kamil Kamal, Mehmet Güleryüz, Jacqueline Duheme, Fahri Sümer, Umur Türker, Feriha Tuğran, İsmail Yıldırım, Selda Asal, Reyhan Abacıoğlu, Handan Benlioğlu Olcav, Seba Uğurtan’ın resim, baskı ve desenlerinden oluşan tablolarım var. Bu sanatçılardan, Datça ve Paris seyahatlerimde tanıdığım ve şu anda 94 yaşında olan Jacqueline Duheme, tanınmış çocuk kitabı ‘Küçük Prens’in desenlerini çizen sanatçı. Benim için özel olarak yapıp hediye ettiği, biri Datça’yı, diğeri Paris’i betimleyen iki küçük resim çok değerli. Aslında insanın duvarlarında sevdiği, tanıdığı, görüştüğü dostlarının çalışmalarını görmesi çok keyif verici; bu onları daha değerli kılıyor.

.

‘SERAMİK DİKİŞ YÜKSÜKLERİ BENİM İÇİN ÖZEL BİR BİRİKİM’

Bize biraz da seramik objelerden bahsedebilir misiniz?

İşte bunlar tam da toplama biçiminde biriken nesneler. Çalışma ve özel hayatımda seyahat ettiğim günlerin anıları; seramik duvar tabakları, küçük ilaç kutuları, kent isimlerini taşıyan küçük çanlar, magnetler. Ama, bu anı objeleri dışında çok değer verdiğim bir grup seramik obje var: Kütahyalı usta, rahmetli Sıtkı Olçar’ın imzasını taşıyan, onun özel tasarımı biblo evler, kuşlar, bardak, çanak, tabak gibi seramiklerim. Bunların benim için özel olmasının bir nedeni de yıllar önce ustanın atölyesini ziyaret etmiş, fotoğraflamış ve kendisini şahsen tanımış olmamdır.

Benim için bir başka özel ve değerli birikim ise, annemin vefatından önce evindeki vitrine özenle dizdiği seyahat dönüş hediyelerimizden oluşan seramik dikiş yüksükleri.

Bu objeleri toplamaya başladığınızda bir koleksiyoner olmayı hedefliyor muydunuz?

Sevdiğim objeleri doğal bir dürtü ile bir araya getirmiştim. Nesneler, birbirini destekleyerek çoğalıyordu. Örneğin evimizde, bitpazarından alıp kullandığımız bir koltuk takımı, yanında aksesuar olarak kullanacağım eski bakır objeler satın almayı tetikliyordu. Bakırlar böyle birikmişti. Aynı nedenle başka eski objeler de alıyordum. Oysa koleksiyonerlerin nesnelerle olan ilişkileri başkaydı. Bunu Koleksiyonerler Kulübü’ne katıldığımda fark ettim. Çoğunlukla, satın aldıkları nesneleri kullanım amacı dışındaki bir değere bağlı olarak biriktiriyorlardı ve genelde bu değerin zamanla artması bekleniyordu.

.

‘O GÜNLERDE OYUNCAK BİRİKTİREBİLEN ŞANSLI ÇOCUK SAYISI AZDI’

Doğal dürtünün yanında toplama alışkanlığını yaratan başka etkenler var mı sizce?

Bu soruyu ben de kendime sorduğumda aslında bunun sadece bana özgü olmadığını düşündüm. Benimseme duygusu, benim olsun isteği, benzer objeleri yan yana dizme dürtüsü sanırım genelde her insanın içinde olan ama bazı kişilerde daha fazla öne çıkan olgular. Bunun dışında biraz daha düşünüp çocukluk günlerimize döndüğümüzde birçok şeyi biriktirmenin ne kadar olağan olduğunu görebiliriz. Savaş sonrası dönemin zorluklarını bilen anne ve babaların yaşadığı, bugünün tüketim toplumu öncesi bir evden söz edersek, o evde ekonomik amaçlarla birçok şey atılmaz, bir kenara koyulur, biriktirilirdi. Babamın, gerektiğinde evdeki araç gereç tamiri için sakladığı tahta bir kutusu vardı. Anneannem ve annem de diktikleri şeylerden artan kumaş parçalarını bir bohçada saklarlar, icap ettiğinde o kumaşları başka türlü değerlendirirlerdi. Şimdilerde bilinmez, iyi kumaşlarla yapılan bir paltonun kumaşının ters-yüz edilerek tekrar kullanıldığı günlerden söz ediyorum. Eskiyen giysilerden çıkarılan düğmeler tekrar kullanılmak üzere bir düğme kutusunda biriktirilirdi. Örgülerden artan yünler biriktirilip bir arada tekrar değerlendirilirlerdi. Paçavra kumaş parçaları bile ayrı bir torbada biriktirilir, bunlar cacala denilen kilimleri üretmek amacıyla ihtiyacı olanlara verilirdi. Çocuklara tasarruf öğretilir, kumbara alınır, para biriktirme alışkanlığı verilmek istenirdi.

O günlerde oyuncak biriktirebilen şanslı çocuk sayısı azdı. Ama yine de kız çocuklarının cebi seksek oyunu için biriktirdikleri boncuklar ve boncuk dizileri ile oğlan çocuklarının cebi rengarenk cam meşe ile dolu olurdu. Eskinin, kısa sürede yenisiyle değiştirildiği ve ihtiyaçların dijital ortamda giderildiği günlere gelmeden önce, biriktirmek yaşamımızın doğal bir parçasıydı adeta. Koleksiyon kavramı ancak varlıklı bir ailede yer alabilirdi. Bir bayram geleneği olarak çocuklara el öptükten sonra mendil hediye edilirdi büyükleri tarafından. Benim ilk kez titizlikle topladığım ama şu anda bende olmayan ve başından itibaren koleksiyon diyebileceğim tek birikimim bayramlarda topladığım mendillerdi. Dağıttığıma hep üzülürüm. Annem, kardeşimle bana bayram mendillerimizi koymak için birer mendil şasesi dikmişti. Zarf biçimindeki içi astarlanmış şasenin kapağı elişi ile süslüydü; mendilleri üçgen biçimine sokup içine yerleştirirdik. Bu değerli birikimi saklamamıştım ne yazık ki…

İşte şimdi, bu bayram geleneğini anarken içim cız ediyor, çünkü benim ilk kez titizlikle topladığım ama şu anda bende olmayan ve başından itibaren koleksiyon diyebileceğim tek birikim, bayramlarda topladığım mendillerdi. Gerçi, ben de bayramlarda çocuklara dağıtmıştım mendilleri, ama, yine de o şaseyi saklamış olmayı tercih ederdim şimdiki aklımla.

‘KOLEKSİYONER DEĞİL TOPLAYICI OLDUĞUMU FARK ETTİM’

İzmir’de biriktirdikleri objeleri paylaşan koleksiyonerlerden söz ettiniz…

Evet, çok sevdiğim bir arkadaşım, onunla sık sık yaptığımız fotoğraf buluşmalarında evimde gördüğü çeşitli birikim nedeniyle, üyesi olduğu İzmir Koleksiyon Kulübü’ne benim de katılmamı önerdi. Tanıdığım, sevip saydığım başka arkadaşlarımın da kulüp üyesi olduğunu öğrenince katılmaya karar verdim ve düzenli bir program dahilinde yapılmakta olan kulüp toplantılarına gitmeye başladım. Tabii korona virüsünün hayatımıza girmesi öncesinden söz ediyoruz.

Kulübe katılmak sizi nasıl etkiledi?

Bir koleksiyoner değil, bir toplayıcı olduğumu iyice fark etmiş oldum. Kulüp üyesi arkadaşlarımın her biri koleksiyon konularında uzmanlaşmış, konularıyla ilgili bilgi birikiminde çok yol kat etmişlerdi; koleksiyon objeleri değişik ortamlarda sergilenmiş, gösterilerle tanıtılmıştı. Koleksiyonları ile müze kurmuş veya değerli nesnelerini müzelerde kayıtlı olarak sergileyen ve yine müze kurma hazırlığında olan arkadaşlarım vardı. Bu yüzden, ben sadece toplamışım diyordum kendime; bir yandan kendimi oldukça eksikli hissederken… Ama, diğer yandan da dopdolu bir dünyaya bakan bir pencerem olmuştu kulübe katılmış olmakla. Toplantılarda, koleksiyoner arkadaşlardan farklı ve bazen da çok ilginç konular ve nesneler hakkında bilgi sahibi oluyor ve bundan zevk alıyordum.

Örneğin bir arkadaşımızın şeker ile ilgili koleksiyonu bana çok ilginç gelmişti. Öyle ki, bazı seyahatlerimde her zamanki alışkanlığımla, onun koleksiyonu için ben de şeker poşeti toplamaya başlamıştım! Veya bir fotoğraf tutkunu olarak, eski fotoğraf koleksiyoneri arkadaşım için antikacılarda onun konularına uygun eski fotoğraf arıyordum.

Son olarak, koleksiyoner olmak isteyenlere neler söylemek istersiniz?

İnsanın yaşamdaki nesnelerle ilişkisi kişiden kişiye çok farklı. Yani, herkes kendi öyküsünü oluşturuyor bu bağlamda. Önceki satırlarda sözünü ettiğim gibi benim nesneler birikimim; çocukluk günlerim, iş hayatım, yaşam biçimim ve zevklerim ile şekillendi, koleksiyoner olmak bir hedef değildi benim için. Şans eseri kendimi seçkin koleksiyonerler arasında buldum. Sorunuza cevaben, bu arkadaşlarımın titizlikle üzerinde durduklarını gördüğüm önemli iki faktörden söz etmek mümkün: Tematik seçim ve derin araştırma.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir