Ahmet Boyacıoğlu
Tanınmış, daha önce Altın Palmiye kazanmış yönetmenlerin, hiçbir özelliği olmayan, oldukça sıradan filmlerinin yarışmaya seçilmesi her yıl yaşadığımız ve artık kanıksadığımız bir durum. Geçen yıllarda Ashgar Farhadi ve Michael Haneke’nin filmleri büyük bir hayal kırıklığı yaratmış, eleştirmenler ne yazacaklarını şaşırmışlar, “Bir önceki filmi sanki daha iyiydi” gibi anlamsız cümleler havada uçuşmuştu. Acaba festival yönetimine “Usta Yönetmenlerin Vasat Filmleri” adlı bir bölüm önerilse, nasıl tepki verirler?
Bir de durup durup aynı filmi çeken, zamanla adları filmlerinin önüne geçen yönetmenler var. Bazılarını siz de tanıyorsunuz ancak adlarını paylaşmayacağım çünkü dedikoduya girer. Yarışmada Belçika-Fransa yapımı “Tori ve Lokita” adlı filmleriyle (kim bilir kaçıncı kez) yer alan Jean-Pierre ve Luc Dardenne Kardeşler bu tür yönetmenlerden. Film Afrika’dan Belçika’ya kaçak yollardan gelen bir çocuk ve genç bir kızın hikâyesini anlatıyor. Kısa özet ve ana fikir, ‘ülkenden kaçmak zorunda kalıp bir Avrupa ülkesinde hayata tutunmaya çalışıyorsan başına her türlü bela gelir’ olarak özetlenebilir.
‘CANNES, DARDENNE KARDEŞLER’İ ÇOK SEVER’
1999 yılından bu güne Dardenne Kardeşler’in Cannes başarıları saymakla bitmez. “Rosetta” ve “Çocuk” ile Altın Palmiye, “Lorna’nın Sessizliği” ile En İyi Senaryo, “Oğul” ile En İyi Erkek Oyuncu, “Bisikletli Çocuk” ile Jüri Büyük Ödülü ve “Genç Ahmed” ile de En İyi Yönetmen Ödülleri’ni kazandılar. Festivalden ödülsüz dönen “İki Gün, Bir Gece”, aslında en iyi filmlerinden biridir. Ayrıca Cannes, Dardenne Kardeşler’i çok sever. Filmin galasında, salondan içeri girdiklerinde herkes ayağa kalkıp kendilerini dakikalarca alkışladı. Bütün bunlar göz önüne alındığında bu küçük ve sıradan filmin bir ödül alma olasılığının yüksek olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bir başka gerçek, yarışma bölümündeki 21 filmin neredeyse yarısının kimse tarafından beğenilmediği. Karşılaştığım birçok kişi, Fipresci değerlendirmesinde 5 üzerinden 4.33 ile Belirli Bir Bakış Bölümü’nün en yüksek puana sahip olan filmi “Kurak Günler”in neden yarışmada olmadığını sorguluyor.
David Cronenberg’ün korku filmi “Crimes of the Future”dan uzak durmayı tercih ettim. Bazıları için çok önemli bir yönetmendir, ben filmlerini hiç sevmem. Duyduğuma göre birçok izleyici, film oynarken salonu terk etmiş. Kalanlar da film bittikten sonra yedi dakika boyunca ayakta alkışlamış. Zevkler ve renkler değişiyor.
NAPOLİ’DE GEÇEN TUHAF BİR HİKÂYE
Yarışmada yer alan Mario Martone imzalı İtalyan-Fransız ortak yapımı “Nostalgia”, adının çağrıştırdığı gibi nostaljik bir anne-oğul ilişkisi olarak başlıyor. Kırk yıl boyunca yurt dışında yaşamış olan Felice, yaşlı annesini görmek için doğduğu kent olan Napoli’ye geliyor. On beş yaşında ülkesini terk ettikten sonra Lübnan, Güney Afrika ve Mısır’da yaşamış, bir inşaat firması sahibi, hali vakti yerinde bir adam. Bir başka önemli ayrıntı da İslam dinini seçmiş olması. Neden daha önce hiç İtalya’ya gelmediğini bilmiyoruz. Felice, annesinin ölümünden sonra da kentten ayrılmıyor, kilisenin papazıyla arkadaş oluyor ve gençliğinde sürekli birlikte olduğu en yakın arkadaşını aradığını söylüyor. Ancak arkadaşı kentin mafya lideri ve herkesin çok korktuğu tehlikeli bir kişi. Bu arada papazı çok daha yakından tanıyoruz, kendisi festivaldeki filmlerde gördüğümüz en hümanist karakter, herkesle ilgileniyor. Gençler için eğlenceler düzenliyor, spor yapmalarını sağlıyor, topladığı bağışlarla bir orkestra oluşturuyor.
Felice ile birlikte Napoli’yi gezme imkanını da buluyoruz, yer altı mezarları çok ilginç. Napolililer sürekli pencerelerden bakıyorlar. Arada mafya kentte terör estiriyor. Mafya lideri ile papaz birbirlerinin can düşmanı. Benim dikkatini çeken bir başka konu, mafyanın bol olduğu kentte hiç polis görmememiz. Felice iyice kente yerleşiyor, bir ev satın alıyor, kiliseye takılan gençlerle arkadaşlık kuruyor. Mısır’daki güzel eşiyle arada telefonla konuşuyor. Kadın da çok sabırlı, aylar geçiyor, ne Felice Mısır’a gidiyor, ne de kadın Napoli’ye geliyor.
Napoli’de geçen tuhaf bir hikâye ile karşı karşıyayız. Felice’nin en büyük isteği mafya lideri eski arkadaşı ile tekrar karşılaşmak ve konuşmak. Biraz “Bir Zamanlar Amerika’da”yı anımsatan filmin sonunu da tahmin etmek çok kolay. Napoli’deyiz ve işin içinde mafya var. Son sahnede nostaljinin iyi bir şey olmadığını anlıyoruz.
Anlayamadığımız bu filmin yarışmaya neden seçildiği…