Ankara Ulus Meydanında bir araya gelen DİSK yetkilileri, DİSK İç Anadolu Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün’ ün konuşmasıyla başlayan eylemde ”İnadına sendika inadına DİSK” sloganları attılar. Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün ”DİSK’in canına ot tıkayacağız” sözlerine ithafen sık sık slogan atıldı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Kaya’nın da katıldığı eylemde bugün de şartların aynı olduğu vurgusu yapıldı.
Tayfun Görgün’ün basın açıklaması:
“EMEĞİMİZ, EKMEĞİMİZ ve HAKLARIMIZ İÇİN YAŞASIN 15-16 HAZİRAN DİRENİŞİMİZ!
Bundan tam 52 yıl önce Türkiye işçi sınıfının tarihi yeniden yazıldı. 15-16 Haziran 1970’te bir araya gelen, omuz omuza veren işçiler tarih yazdı.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi işçi sınıfının sendikal haklarını ve DİSK’i savunduğu şanlı bir direniştir. O dönemin hükümeti, patronların isteği doğrultusunda DİSK’i yok etmek istiyordu. Böylece işçileri daha ucuza çalıştırmak istiyor, işçi sınıfına kölelik dayatıyorlardı.
Ancak hiçbir baskı ile DİSK’i yok edemediler. İşçi sınıfını DİSK’ten koparamadılar. İşte bu nedenle dönemin hükümeti Sendikalar Kanunu’nda değişiklik yaparak DİSK’i ortadan kaldırmaya kalkıştı. Tüm tepkilere ve uyarılara rağmen Yasa Meclis’e getirilince DİSK direniş kararı aldı. İki gün boyunca 1967 yılında kurulan DİSK ‘İstanbul ve İzmit’te on binlerce işçinin iş bırakarak katıldığı genel direniş ve yürüyüşler yapıldı. Ne polis copları ne askeri panzerler… Hiçbir şey durduramadı birleşen işçileri. Üç işçi yaşamını yitirdi, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in de aralarında olduğu yüzlerce kişi tutuklandı, binlerce işçi işten atıldı ancak sonunda işçiler kazandı. DİSK’i yok etmek isteyen ve tek sendika dayatan Yasa, büyük işçi direnişinin etkisiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 15-16 Haziran 1970’teki onurlu direnişimiz, işçi sınıfının birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin sembolü haline geldi.
BUGÜNLERE MİRAS KALAN BİR İŞÇİ TARİHİ
15-16 Haziran yalnızca anılması gereken bir “tarih” değil, işçi sınıfının elini kolunu bağlama girişimine karşı bir itirazdır, sendikal hak ve özgürlükleri savunma direnişidir.
15-16 Haziran 1970’te işçi sınıfı masaya vurup “Artık yeter!” demişti. Bugün işçi sınıfı için bir kez daha “artık yeter” deme zamanıdır. Taleplerimizi omuz omuza yükseltme günüdür.
Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle bu ülkenin işçileri başta olmak üzere geniş halk kesimleri ağır bedeller ödüyor. Çarşıdaki, pazardaki zamlar ücretlerimizi eritiyor. Ekmeğimiz küçülüyor, faturalarımız kabarıyor. Bir yandan milyonların yoksulluğu, diğer yandan bir avuç azınlığın servetleri artıyor. İktidarın politik tercihleri ve uygulamaları adaletsizliği büyütüyor. Ülkeyi yönetenler “Türkiye büyüyor” diye övünüyor. Biz işçiler ürettik, bizler çalıştık ama o büyümeden pay alamadık. Milli gelir içinde emeğin payı son iki yılda yüzde 39’dan yüzde 31’e düştü. Sermayenin payı ise yüzde 42’den yüzde 48’e çıktı. Dar gelirliler kaybetti, ücretliler kaybetti, on milyonlarca insanımız kaybetti, bir avuç sermayedar kazandı!
Yılın ilk 6 ayında resmi enflasyon yüzde 21’den 73’e fırladı. Dar gelirlinin, asgari ücretlinin gıdadaki, mutfaktaki enflasyonu yüzde 130’a yaklaştı. Bu yılın ilk 5 ayında asgari ücretlinin 5 bin lirası Yüksek enflasyon nedeniyle eridi gitti. Ülkeyi yönetenler ise bu geçim sorunlarına çare üretmek yerine, rakamlarla mücadele ediyor. Hiç kimsenin inanmadığı bir enflasyon rakamı açıklayarak bizleri daha düşük ücretlere mahkûm etmek istiyorlar. Enflasyonu olduğundan düşük göstererek emeğimizi daha da ucuzlatmak istiyorlar. Bunun adı hırsızlıktır! Fakirden çalıp, zengine vermektir.
YANDAŞ ŞİRKETLERİN İŞÇİ SINIFININ SIRTINA YÜKLENEN VERGİ BORÇLARI
Üç beş şirketin milyonluk vergileri sıfırlanırken ücretlerimizden kesintiler sürerken patronlara kıyak üzerine kıyak yapılıyor. Kur Garantili Mevduat hesabıyla bizden toplanan vergiler bir avuç zengine ve bankalara aktarılıyor.
Bu durumda bizlerin, işçi sınıfının, insanca bir yaşam için, haklarımızı almamız için örgütlenmemiz gerekiyor. Bir olmamız, birlik olmamız, güçlü olmamız gerekiyor.
Örgütlenmemizin, haklarımızı savunmamızın önüne çıkan engelleri omuz omuza aşmamız gerekiyor. Evet 52 yıl sonra bugün de işçi sınıfının örgütlenmesinin, sendikalı olmasının, DİSK’li olmasının ve başta grev hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı olmak üzere sendikal haklarını kullanmasının önündeki engeller giderek büyüyor. Sendikal barajlarla, yetki hileleri ile işçilerin sendikal haklarını kullanması engelleniyor. Sendikalaşmayı tercih eden işçiler işten çıkarılıyor, işverenlerin her türlü hukuksuzluğuna göz yumuluyor.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun Küresel Hak Endeksine göre Türkiye, işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında sayılıyor. Ülkeyi yönetenler grev yasaklamakla övünüyor. Uluslararası sermayeye “bu ülkede işçi hakkı yok, bu ülkede emek ucuz” diye sesleniyor. Emeğimizi uluslararası piyasalarda haraç mezat tezgaha çıkarıyor.
Ancak bu böyle gitmez! Haklarımızı, yaşamlarımızı ve memleketimizi nasıl savunacağımızı tarihimizden biliyoruz. Bundan 52 yıl önce, 15-16 Haziran 1970’de ayağa kalkan işçi sınıfından dersler almamız gerekiyor. İnsanca yaşamak için taleplerimizi omuz omuza, tek yumruk yükseltmemiz gerekiyor.”
Özlem Kalkan